Sayfalar

HAYAL, GERÇEĞİN FİTİLİNİ ATEŞLEYENDİR

28 Nisan 2010 Çarşamba

Beyrutta içime iç savaş kaçtı çıkmıyo şerefsizim


Evet 23 Nisan'da malak gibi yayacağıma sevgilimle Beyrut'a gittik..Allah benim işyerini benim başımdan eksik etmesin, dediler ki tatilsiniz, gerçi ben zaten tahmin ettiğimden rezervasyonlarımı 15 gün önceden yapmıştım :P Hadi tatil olmazsa diye gayet manasız düşüncelere filan da hiç kapılmadım :) Neyse işte bindik uçaa, ben ortada ve pencere kenarında filan oturamam uçakta, içim sıkılıyo böle kıravat takmış gergedan gibi hissediyorum kendimi sağa sola saldırıp pilota dalasım gelio hızlı kullan şu uçağı, bilmiyosan da çekil ben kullanayım diye.. Neyse işte benim yerim koridor sevgiliminki orta, kendi sıramıza bi geldik sevgilim dedi aha sçtık. Bi baktım pencere tarafına, pencere tarafı diye bişi kalmamış, pencereyi görmek zaten imkansız da baya bildiğin airbag açılmış sanki heryeri kaplamış.. Ne olduğunu anlamaya çalışırken airbag de bi hareketlenme farkettim biraz daha dikkatli bakınca anladım ki yarım tonluk bi herif o. Koridorda yerimize doru yürürken diyodum ben de bu alet diye sola çekio diye :)
E haliyle bizim üzeri resimli airbag (herifin heryeri dövmeydi) sevgilimle bize 1,25 kişilik yer bırakabilmiş sadece.. tamam bi yakınlaştık biz de çift olarak yol boyu nerdeyse kucak kucağa oturmaktan ama sanane kardeşim benim ilişkimin boyutundan çeksene azcık löplerini üzerimizden.. Hayır bi de adamın nereli olduğunu filan da bilmiyoruz, konuşmak gülmek istiyoruz yani bildiğin çekiştirmek herifi dibinde.. ben patlıycam ama dayanamadım sonunda, eeh zaten Türkse noluyo lan diye dalar. O da tabi pek iyi olmaz çünkü herifin tek budu somaliyi doyurur, bi de üstüme bıraksa o budu, beni ara ki bulasın o koltuğa desen olurum şerefsizim. Ama yine de dayanamadım işte başladım çekiştirmeye herifi, baktım tepki vermedi bi rahatladım tabi. Fırsatları sonuna kadar değerlendirip bokunu çıkarma huyumdan abarttıkça abarttım, artık sevgilim bile utandı sonunda. 1 saat 45 dakika boyunca adamla tek kelime konuşmadık tam uçak inişe geçerken bi muhabbet başladı işte nerelisin nerden geliyorsun kime gidiyorsun filan. Herif (herif dediğime bakma maksimum 30 yaşında ama azman gibi olunca bi büyük geliyor insana) California’lıymış, California’da tanıştığı bi Beyrut’luyu ziyarete geliyormuş, ilk defa bulunuyormuş burada falan filan, biz de dedik işte 2-3 gün kaçamak, gezmece, şabaklanma filan. Benim suratta şapşal bi gülümseme nedense.. Sora herif çat diye “what do you thing about armenian genocide?” diye sordu. Biz bildiğin bilgi yarışmasına katılmış lise ekibi gibi önce birbirimize bakıp sonra fısı fısı aramızda konuşmaya başladık. Ben diyorum işte, adam Amerikalı ama ne anlaşılır konuşuyor her dediğini anladım ihihihi, ama neden sordu şimdi çat diye bu soruyu derken sevgilim, “çünkü Amerikalı değil, Beyrutlu bir ermeni ve bize bir Amerikalı olarak sorarsa bu soruyu, ermeni olarak sormasından daha farklı bir yanıt alacağını düşünmüştür” dedi. Ben başladım işte sen böylesin de neden güvenmiyorsun insanlara da adam niye şimdi yalan söylesin ki bize de diye bıt bıt bıt bişiler söylüyordum ki benim herif adama cevap verdi başladılar bunlar muhabbete. Ulan duyamıyorum duysam tam anlamıyorum kafamı enik gibi sağdan soldan sokarak dinlemeye çalışıyorum filan. Sonunda bize başta ilk defa geldiğini söyleyen adam işte araba kiralayın taksiden daha ucuza gelir, şuraya gidin bunu yapın demeye başladı ve ben bi kere daha sevgilimin düşüncelerini takdir ettim, bildi resmen yaa ama tabi bok sürmicem ya kendime de, yok o Amerikalı baksana belli zaten obez, sen hep bölesin bla bla bla die savunmadayken herifi ailesi almaya geldi anladık olayı..
Neyse geldik otele gece. Uzun uzun gezi blogu gibi Beyrut’u filan anlatacak değilim, gidin görün alla alla, hem vize de yok, bi de en fazla 2 saat sürüyor, yoramıycam şimdi kendimi.. Sadece, istanbulun taksi şoförleri gibi deli araba kullanan Lebanese kadınları, Müslümanlar, Hıristiyanlar, iç savaşta delik deşik olmuş binalar, doğu kültürü, batı havası, gece hayatı vs. derken çok acayip biyer, psikolojin bok gibi oluyor, her şey var içinde biraz biraz. Bi de son gün bi walktoura katıldık, rehber Ermeni bi genç. Böle Amerikan üniversitesi önünde bi ağacın altında buluştuk, kaldırım gibi biyere oturdum ben de. Bu çocuk da gelmiş pepsisini benim yanıma koymuş, ne biliyim abi boş sandım, e bizde sokakta boş gördüğün pepsi kutusunu ne olarak kullanırsın tabiî ki kül tablası külleri bırak izmariti de attım ben içine kutunun. Bu bişiler anlattı filan tura başlarken de lets go dedi aldı pepsiyi eline, hayıııııır diye bağırmama kalmadan dikti tepeye ve tabi anında püskürttü. Ben resmen o sırada itin g.tüne girsem razıyım. Bi süre konuşamadım tabi, sora gittim yeni bi pepsi aldım verdim, anlattım filan olayı. Abi tek türk biziz, bi önyargı var tabi, bi de ben gittim herifin pepsinin içine bişi attım filan, olayı düzeltmek lazım.
Sonuçta gezdik gördük yaşanır lan aslında burada dedik ama tabi çalışmıcaz böle iki üç ay şabaklancaz oralarda, öle yaşıcaz yani :P
Pazar gecesi otele geldik işte çek-in yapıcaz, pztsi sabah saat 03:50de uçak, ineceğiz ben işe geçeceğim ordan. Girdik nete basıyoruz çek-ine diyo ki işlem yapacak uçağınız yok. Lan nasıl yok çakarım bi tane filan diye ekranla konuşurken ben, sevgilim hiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii diye bi ses çıkardı benim nabız birden oldu 120, noluyo olum yapma öle ani efektler filan derken dedi ki ben bileti Pazar sabahına almışım pztsi sabah yerine.. Benim ateş fırladı birden, gözünü sevdiğim nası bi bünyem varsa anında tepki verdi, resmen 40 derece oldu ateşim la. Hayır çok da şeyimde değil, bi gün geç gideriz napalım yani ama benim tırstığım, şimdi bu benim herif planlamacı bi de bildiğin doğru işler abidesi, ben nası böle bişi yaptım diye sinirlenecek kendine, asacak suratını, sora bizim son Beyrut gecemiz vik vik cilveleşip cuk cuk sırnaşmak yerine dönecek lök lök oturmaya.. Arıyoruz arıyoruz bulamıyoruz bilet filan neyse kodumun biletini bulduk 06:05’e. Sevgilim baktı benim surat sera domatesi gibi, yüzüne sahte bi gülümseme ve pozitif bi bakış kondurdu da biraz toparladık. Hayır zaten psikoloji bok olmuş Beyrut’un farklı ortamından, bi de doğu abi doğu hüzündür ne de olsa, ben bağlamışım arabeske bi de bu olay geldi, dolu dolu gözlerle uyuduk. Gecenin 4’ünde kalktık gittik havaalanına, uçağa bin, in, işe git, o bu derken attık akşam kendimizi eve. Ben acıların çocuğu gibiyim, içime iç savaş kaçmış ağıt yakıyorum sanki hepiimiiiz kardeşiiiz bu kavga.. filan mahsuna bağladım. 3 gün kendime gelemedim yeminle, 3 gün boyunca arabeskin dibine vurdum, doğu şiirleri ezberleyip kişisel iletilerime filan yazıyorum, öyle kaptırdım. Hiç de sevmem o sakin sessiz ezik modu, Allaım beni bu Orhan baba modundan çıkar yine hihihi hohoho lololo moduna geri sok diye az dua etmedim.
Neyse şimdi iyiyim. Yalnız internet yasaklandı işyerinde, sanal alemle de tüm bağlantım kesildi hiçbişey de yazamıyorum hiçbiyere. Birikti birikti beynimde oldu bin tilki çiftleşmeye başladı bi de şerefsizler kuyruklarını bile değdirmeden. Biraz daha yazamasaydım üreyip beynimi yiyceklerdi yeminle. Millet de kıllanmaya başladı, bi sürü mail geldi nerdesin niye yazmıyorsun öldün mü filan diye faceden. Gerçi geberip gitsem kendini kınaya bulayacak tipler var aralarında ama vallaha umrumda değiller koyun bile otlatmam ben onların mera beyinlerinde…

13 Nisan 2010 Salı

Daha iyi görmek iyi bişi değil ey doktor

Her çocuk gözlükten ilkokul çağlarında nefret eder çünkü çocuk hangi ülkenin evladı olursa olsun dalga aynıdır: "döörgööz döörtgööz" Buna neden o kadar kızar ağlarlardı şimdi anlamak zor tabi, ne biliyim o kadar mı salaktık çocukken ya, ikiden fazla enazından filan diyemiyormuyduk! Neyse sonuç hep facia gözlüklü ilkokul çocuu eziktir, sümüklüdür, ağlaktır. Ama nası oluyo da bu durum ortaokul lise çağlarında tam tersine işliyor anlamak zor. Gözlük almak için gözünü bozmaya çalışan tipler olunuveriyor bir anda, bilerek gözlerini şaşı yapan, yakından tv izleyen, dinlendirici ver bari diye doktora yalvaran, çeşit çeşit yalanlar söyleyen, okuduğu harfi okuyamıyormuş gibi yapıp mal gibi numaralı gözlük alıp sağlam gözünü bozan.. Yani ilkokuldaki dörtgöz dalgasına ağlayan çocuktan daha salak bi davranış bu! Hep malmışız demekki biz. Ben de gözler bozuk olmasına rağmen sırf serserilik yapıcak diye en arkada oturan, ama bi yandan da gizli hırslı olduğu için tahtayı göreceğim diye sıranın üstüne çıkıp ders dinleyen şapşal bişiydim. Etrafımdakileri kaynatıp, hoca bakınca da direkt yüz ifademi değiştirip ciddi ders dinliyomuş gibi rol yapabildiğimden, birden toparlanamayıp yavşakça güler pozisyonda hocaya yakalanan tipler dışarı atılır ben de sağı solu parmaklayarak ders dinlemeye devam ederdim. Neyse sonuçta boy kısa, göz bozuk ama hocaların tüm uğraşına rağmen ben yine en arkada... Artık annemlerin minibüslerin nereye gittiğini okuyamayıp, e haliyle de bi türlü binemeyip sürekli oraya buraya geç kalmamdan anlayarak zorla doktora götürüp gözlük taktırmalarından kurtulamadım.. O burnumu acıtıyo, bunun rengi kötü, şu allerji yaptı, bunla evde kalmış tarih öğretmeni gibi oldum derken 6 tane gözlük değiştirdim ama hiçbirini de 1 haftadan fazla takamadım. Yok hacı valla bana göre bişi değil bu gözlük, en hafifini de taksam burnum acıyo bi kere, bu acıyla yaşanmaz ki :P

Altı gözlük denemesinden sora ne ağzımdan aman da gözüm bozuk, göremiyorum filan lafı çıktı ne de elime gözlük aldım, arkadaşlarımın gözlüklerine bile dokunmadım korkudan, gözüme yapışır da çıkmaz bida diye, öyle bi kabus oldu bana yani.. Neyse aradan geçen 10-15 sene içerisinde arada bi bizimkilerin aklına geliyo ya senin göz noldu acaba diye bi kurcalamaya çalışıyorlar ama ben anında konuyu değiştirerek bu zayıf noktama saldırmalarına izin vermeyip püskürtüyorum onları.. Ama tabi numara artıyo farkındayım, şaşı eşek gibi bakınıp duruyorum etrafa. Biyere buluşmaya gittiğimde kafenin ortasında arkadaşları göremeyip mal mal bakıyorum, dibimde el sallıyolar göz kaş burun filan seçemediğimden kim olduğunu anlayana kadar kçımdan terler akıyo. Gerçi buna da bi metot geliştirmiştim, geldim ben ne taraftasınız diye önceden sorup en azından o yöne doğru görmüş gibi sırıtarak ilerliyordum nası olsa yaklaşınca görcem, kimse de anlamayacak..

Ama işte bi süre sora kafamı biyere sokmaya çalışıyomuşum da koca kafam girememiş sıkışmış gibi ağrımaya, bi süre sora da sıkıştığı yerde daha da büyüyormuş gibi hissetmeye başlayınca, ha tabi bi de araba kullanırken tabelaları göremediğim için hep son saniye direksiyonu kırıp sağa sola dönmeye çalışırken yediğim korna ve küfürlere, dağılmış bir beyin, kırık kol bacak, kopmuş burun filan ekleneceği korkusuyla erteleye erteleye geçen ay gittim göz doktoruna.. Neyse doktor harfleri okutuyo, 4. sınıfta hala okumayı sökememiş gerzek çocuklar gibi A'ya M, C'ye L filan diyorum.. Bi de onaylatmaya çalışıyorum "di mi" diye.. Adam gözüme mercekleri koydu, "oku" dedi, dedim "Allahım sana geliyorum!", adam dört harf gösterdi ben cümle kurdum öyle bozukmuş yani. Sonunda adamla karşılıklı masaya oturduk, gözlük kullanmak zorundasın bu zamana kadar bu numarayla nası yaşadın zaten anlamadım dedi, büyüttüğü de 2,5 astigmat, e tamam 1 filan da miyop var ama yine de, kafam yokmuş da yeni farketmişim gibi ne davranıyosa! Sora pazarlık başladı gözlük takmasam olmaz mı, büyür mü numara, büyümez ki vallaa bak 12 yaşındayken 1'di, nerdeyse 30 oldum 2,5 olmuş, 17 senede 1,5 numara yani, ancak 70imde filan göremeyecek duruma gelirim ki o zamanda görmeyeyim pörsümüş hallerimi zaten :P adam işini hafife aldığım için zaten bi kıllandı, sora işi matematiğe vurduğum için delirdi, en son gözlerinden kin ve nefret fışkırırken -lens kullansam dedim, - olmaz gözlük kullanacaksın dedi. Reçeteyi aldım, erteledim erteledim allaım şunun tarihi dolsa da alamasam şu gözlüğü derken tutup kolumdan götürdüler bilmemne optik'e, ama benim içim nası rahat nası olsa tarihi geçti reçetenin ssk karşılayamayacak, g.tüme bile takmayacağım gözlüğe o kadar parayı da vermeyeceğim, oldu bu iş.. Eşek herif demez mi gözlük reçetelerinin süresi 1 ay diye, aha s.çtıım andır işte.. Yine başladım ben, o büyük, bu küçük, şu alerji yapar, onla inek gibi oldum, bunla moron.. neyse s... g... davası olmazmış aldık işte bi tane sonunda. Taktım gözüme çıktım, ulan yürüyemiyorum ki, direkt aptala bağladım. Yerler yamuluyor, ayağımı dümdüz yolda iyice kaldırmaya kalkıyorum, tökezliyorum bildiğin japonların uydurup uydurup lansmanını yaptığı robotlar gibi yürüyorum, tamam insanların kaşı gözü varmış, parmak izi denen şey gerçekmiş filan ama beynin yarısı gitti aptal oldum.. Alışveriş yapayım bari kendime geleyim diye daldım bi maazaya, aldım iki üç şey elime sırf şu at gözlüüne canım sıkıldı diye, girdim kabine.. Bi çığlık attım, içerde şişkoo, çirkiiin bi ucube bana bakıyo, "aaaayyy pardon" dedim, çıkıyorum, birden hafızam 1 sn öncesini getirdi gözümün önüne, ulan karıyla aynı anda aynı şeyi mi söledik ne!! İşte hayata küstüğüm kendimi eve kapattığım andır o.. Meğer ben resmen körmüşüm de kendimi görmüyormuşum ondan güzel sanıyormuşum. Ayna yeni keşfedilmiş gibi kabinde yapıştım aynaya kendimi izliyorum, yüzüme dokunuyorum filan nan burda leke mi vardı nerden geldi bu, olm benim gözün biri resmen diğerinden daha büyük, aaa pantolonun yanından çıkan şey de ne, hiii simit mi lan o diye sinir krizi geçire geçire eve gittim, attım elimden kıyafetleri de ne alcam abi, zaten ihtyacım olmıcak ki çıkmam ben evden filan, hayır millete yazık.. Bi alışveriş hevesim vardı onu da aldı elimden iki yuvarlak cam bi top çerçeve.. O an sevgilimi, annemi, kardeşimi filan düşünmeye başladım yazık yıllardır benim bu halime mi katlanıyo bu insanlar, gözlerim yaşardı vallaa, bi de ben görmüyorum diye güzelsin güzelsin diyip vermişler gazı.
Yatmadan önce mecbur gidecem ya ertesi gün işe, işte "iyi ya vallaa çirkin kızlar daha karizma olur, hem güzelden erkekler tırsar pek yanaşamaz, çirkin candır, hem o kadar da değil lan kötü değilsin yani" diye kendimi avutuyorum. Lan acaba bu ruh hastası doktor bana bi pislik mi yaptı, bilerek saçma bi gözlük mü verdi, noluyo, derken uyuyakalmışım. Sabah kalktım hiçbişi olmamış gibi banyoda yüzümü yıkıcam bi baktım gözlük orda. Kabus değilmiş, gerçekten almışım gözlük lan, bi kere daha yaşadım geceki şoku! Allahtan gözlük fena havalı da hava yapcam diye arada bir takıyorum :P

8 Nisan 2010 Perşembe

Özleyemiyorum Hacı Defoluyum Evet

Havaya göre bile saniyesinde değişen bi psikolojim var, hava açıyo gülmeye başlıyorum kapatıyo sinirli, yağmur yağıyo gözler doluyo benim, kar fırtınada bahaneye gerek yok direkt ağlayabilirim. Tuşum var biyerimde basıyosun oluyo öyle saçma bi durum. Ama bi tek özlemek duygusu nası bişi bilmezdim. 18 yaşında üniversiteyi kazanıp geldim İstanbul'a ki Ankara yaşadığım yere daha yakın olmasına rağmen tutturdum İstanbul diye çünkü ruhum fırlak, kesmez öyle memur şehri filan. Zaten 10 yaşında, evimiz hollywood'dayı izlerken, Allaım neden Amerika'lı olmama izin vermedin, bendeki ne boktan şans ki burda doğmuşum diye ağlayan bir çocuktum. Yok hani o zaman yaşıtım salak hatunlar, dizinin aktörlerine (dylan, brandon) aşık olup ağlarlardı, ben de küfrederdim onlara. Benim hedef büyüktü çünkü, senaryom hep fazlasını elde etme üzerine kuruluydu. O kaymak çocuklar, ancak Amerika'da hoppidi hoppidi yaşıyor ve kendimde var olduğunu zannettiğim farklılıkları orada cukkaya çeviriyor olduğum hayalimin bit kadar kısmını oluşturuyorlardı sadece..
Neyse İstanbul'a geldim kendimi vurdum şehri keşfe.. Her üniversiteden arkadaşım var anasını satiim hayır bi de onlarla derse de giriyorum, Mimar Sinan Üni. resim bölümünün perspektif hocası benle ders işliyodu bi ara sadece :) Ulan günler haftalar geçiyo, aahh memlekeet, aah diye iki dakka şurda arabesk takılayım, hasretinden prangalar eskiteyim filan yok.. Zaten annem 4-5 ay sora "sen özlemiyorsun di mi?" diyip çakmıştı olayı. Hayır bi de önceden bahsettim ya benim anne bildiğin aktrist, kanka gibi de bi yandan, e bi de ufaklık var ki kardeş değil ben sanki, kendim kadar seviyorum, hayır özlemiyor değilim sadece o duygunun nası bişi olduğunu tarifleyemiyorum. Ne biliyim yanımda olsalardı keşke filan diye düşünüyorum, görüştüğümüzde inanılmaz mutlu oluyorum ama mesela çok özlediiiimm ühüüüü diye zırlayıp bunalıma filan girmiyorum..(Direkt arayıp çağırıyorum mesela :P)

Sonra bu muhabbet sevgilimle de gündeme geldi. Ulan adam bi ay yok yurtdışında mesela, bekliyo ki diğer hatunlar gibi yok manyak gibi özledim, sensiz yaşayamıyorum, nefes alamıyorum astım oldum, yokluğun bi zehir içtim kayboldum, dön bebeim dön çaresiz başım filan diyim göz yaşlarımı biriktirip rakıma su yapayım, olmadı atlayım gideyim bilmem ne.. Neyse anlatabildim nitekim tabiki özlüyorum ama zaten ifade edememe gibi bi sorunum var bir de bu özlemek olayını abartan tiplerden değilim, öyle ağlayamam filan mesela hasret özlem duygusundan diye.. Gerçi zamanla hissettiğim yanımda olsun, şimdi beraber olsaydık ne güzel olurdu filan isteklerinin, nereye yaa yine mi yeter la, gitme allaseen filan laflarımın aslında "özlemek" olduğunu öğretti kendisi :P
Çok sevdiğim arkadaşlarım var, bin yıl görmiyim farkına varmam bin yıl olduğunun mesela. Ama anladım ben sebebini, nası bi mekanizma geliştirdiysem sevdiğim insanlar hep yanımda sanıyorum, mesela 10 yıl sora görsem naber naptın dün dicem o kadar yani.. Bi de çabuk alışıyorum içinde bulunduğum durumlara...Yok abi benim geçmişle bağlantım 1saniyede kesiliyor :D
İşte dedim ya Amerikada doğmamış olduğum için ağlardım diye, işte o saçma hal bi süre sora "bari bi gideyim ya şu ülkeye"ye dönüşmeye başladı. Son iki sene sürekli ben Amerika'ya gitcem diyip duruyorum ama ortada hiç bişi yok, sadece, bak görürsün bişi olur ben Amerika'ya giderim yakında, olm orda bi olay var beni çekio diye mistik mistik konuşuyorum, taktım her önüme gelene söylüyorum. Bi de çaba filan da yok, bişi olcak öyle gitcem, herkes g.tüyle gülüyo tabi bana :D Neyse Kasım'da tamamen tesadüfler üzerine kurulu öyle birşey oldu ki ben gittim sevgilimle 1 hafta New York'ta kaldım :) Bana gülenlerin güldükleri yerleri için de empire states maketleri getirdim :P Hayatımın en süpersonik tatiliydi. (NY maceralarımı başka yazıda anlatırım ama en çok kamyonlarına hasta oldum söyliyim) Ne var orda? Öyle çok da bi halt yok cidden ama öyle bir ruh hali oturtuyor ki insanın üzerine audrey hepburn'sün de beyaz eşarbın ve güneş gözlüğünle manhatton'da bisiklete biniyorsun, herkes sensin herşey senin, bi acayip bi tuhaf bişiler geldi girdi ruhuma, öyle ki garsonluk yapayım, sürüneyim yine de hık demicem.. İşte ilk defa da hayatımda bişiyi özlüyorum yeminnen. New York'u ve orda olmayı. Lan insan bi kere gittiği bi yeri özler mi, hayır bi de ben!! "özlemek" ne demek tam olarak bilmeyen ben! bi tuhaf şeymiş, içimi gıdıklıyo, ya gıcık oldum ya sevdim bilemedim :D
işte bu bikaç parça da içimi gıdıklıyo bu yüzden... (ne şapşal kelime arkaarkaya söyleyince insanın siniri bozuluyo gıdıkgıdıkgıdıkgıdıkgıdık :D)
(artık yeni yerler arıyorum gidecek, ilki Beyrut mesela)

5 Nisan 2010 Pazartesi

Aha "Baba" gibi Şampuan reklamı işte

Şu şampuan reklamları ne kadar b.ktan yahu. Hele ki hatunların saçlarını salladıkları anda adamların sağa sola çarpıp yuvarlanıp kafa göz yardıkları... Taam içgüdüsel olarak erkek canlısı için uzun ve bakımlı saç dişilik, doğruganlık filan göstergesi de İÇGÜDÜSEL ama abi.. Burda baya güdü dışavurmuş, haykırıyor tutmayın layn beni diye.. Hayır hatunlar da öyle lahmacum suratlı ucubeler değil ki adam sadece saçına yuvarlansın yerlerde patlak lastik gibi.. Hatunun vücut cillop, elbise titrek bi de yürüo ki, her adımda lopları davetiye döküyo sizi de bu mutlu günümüzde yanımızda görmekten görmekten mutluluk duyarız diye :P yoksa adam ne yamulcak bi yumak saça..

Herneyse sonuçta bu şampuan reklamlarına bi yenilik getirmek lazım, tamam senaryo aynı olsun ama abi oyuncu değişikliği yap, belki senaryoyu biraz daha geliştirirsin.. Son zamanlarda yeni bir reklam yıldızımız var sesiyle fiziğiyle, görüntüsüyle, :P kullansanıza..

Modelimiz yeni reklam starımız Müslüm Gürses tabi, duş altında ipeksi saçlarını işte hangi şampuansa onla yıkıo, hatta şampuan, suyla babanın bedensel yünlerine de bulaşıo.(köpüklü bedensel yünlere zoom yapılarak) Duştan çıkan ipek saçlı baba kurutma makinesiyle yünlerini dalga dalga uçuraraktan kuruttuktan sora, yine ipek gömleğini giyip (konsept hep ipekten gidecek tabi)dışarı çıkma vakti geldi diye edalı bir tavırla (bkz. mehmet günsur edası)saçlarını parmaklarının arasından kaydırarak çıkıyo kapıdan.Dışarı adımını atar atmaz karşı caddede babanın yerlerinde duramayan saçlarını görüp cazibesine kapılan koşucu hatun "dikkat duraklama yapılmaz, napıyon abla sen" tabelasına geçiriyo kafayı, kafa yarılıyo tabi. Baba nişantaşında umarsızca ilerlemeye devam edio yaylanarak, dışarıda müşteriye çay servisi yapan mini etekli cillop garson abla, babaya kilitlenip, müşterisinin malum, önem arzeden bölgesine döküveriye çayı. Adam o acıyla yerinde fırlarken kolu garson ablaya çarpıyo garson abla arka masadaki kılıbık herifin kucağına düşüyor, herifle buluşmaya geliyor olan çatlak ve kıskanç sevgili bunları kucak kucağa görünce uçarak pençeleriyle parça pincik ediyo bu ikisinin suratını. Bizim baba durmak yok yola devam sloganını diline dolamış hafif gülümseyerek yardırırken dört yol azında dört araba, şoförlerinin herbiri bikini kataloglarından fırlamış gibi tabi, babaya bakıp pembe hayaler kurarken kafa kafaya tokuşuyo, tırnağı kökünden kırılan mı, topuğu k.çına batan mı, dikiz aynası gözüne girmiş olan mı bi sürü hasar ablalarda... Baba mutlu, ortalık kan revan, kafalar gözler dağılmış, nişantaşı olmuş Pearl Harbor, arka fonda itfaiye sesi ve babanın "Meseleeeeem meseleeeem" parçası.. ve sağ altta kırmızı silindirik ambalajlı şampuan görünür, slogan: "yeni silahınız"

Güzel olmaz mı yaw? Gelmiş geçmiş en ilgi çekici reklam işte, hem reklamın iyisi kötüsü de olmaz :P (hadi dinleyerek hayal edelim :D)