Güçlü görünen şanssızdır...
Güçlü görünenin zaafları, hassasiyetleri, incelikleri, duyguları farkedilmez..İyilik yaptıklarında karşı tarafın minnet duymasına fırsat vermeyecek kadar iyiliği görev atfettikleri için anlaşılmaz yürekleri..Alışır doyumsuz insanoğlu bu verişlere ve hele bir kere yapamayagör, tüm iyi hallerin görmezden gelinerek “kötü” oturtulur iyiliklerle dolu siciline... Güçlü görünenin zor zamanlarında kimse olmaz yanlarında, çünkü o güçlüdür, yoktur ki ihtiyacı teselliye, düştüğü yerden kaldırılmaya..Güçlü görünen hoyrat olur..Hoyratı sarıp sarmalamaz, kanadının altına alıp kollamaz insanoğlu..
Hele ki güçlü ve hoyrat, yalnızken bile rüzgara karşı durmaya çalışıyorsa...Tüm gözler üzerindedir, beklerler yıkılsa diye..Çünkü güçlü görünenin düşmesinden zevk alır “zayıf” insanoğlu..Korkar güçlü görünene yaklaşmaya...Ne bir kadın ne bir erkek güçlünün boyunduruğu altına girmeye yanaşmaz ilk başta...
Halbuki anlamaz insanoğlu, güçlü görünen, içindeki zaafları, hassasiyeti, sevgiyi ve iyiliği kirli dünyadan, kirli kalplerin kirli emellerinden korumak için güçlü görünür ve hoyrattır, mecburdur..
Ve bir güçlü görüneni ancak bir başka güçlü görünen anlar, gizli tarikatların üyeleri gibi tanırlar birbirlerini güçlü bakışlarına dağlanmış “yorgun” sembolünden..Ancak bir başka güçlü görünen alır diğerinin yükünü omuzlarından, bilir güçlü görünse de güçsüzlüklerini, görür hassasiyetlerini, anlar aslında deli gibi istediğini korunmayı, sevilmeyi...
Güçlü görünen hoyrat, saftır..Ama öğrenecektir zamanla, “bazen güçsüz görünmenin” de neler kazandırabildiğini...
Allaam korkuyorum noludu bana az önce?? Bilgisayarın başına oturduğumda ÖTYSSDDGNNOBAG Derneğinin (Öğle Tatilinde Yemek Sonrasına Sıkıştırılmış Duygu Düşünce ve Görüşleri Ne ve Nasıl Olduklarına Bakmadan Anlatabilecekler Gelsin Derneği)bugünkü toplantısında ne tuhaf tubalak muhabbetler döndüğünü (Örn:hemoroid engelleme aparatı, iphonun sex verimliliği ölçme programı, google da aratılan utanç verici konular vb.)yazacakken birden kendimi yukarıdaki yazının son noktasını koyarken buldum! Dün gece beni 26 yerimden öküzözentisi sivriler soktu, mutasyona mı uğruyorum acaba!
29 Eylül 2010 Çarşamba
30 Ağustos 2010 Pazartesi
Herşey dahile palet de dahil deseler onu da yiyecez allaım koru yarebbim

-Hamdiiii hadi kaldır koca k.çını da bi sevişelim artık beaa 6 gündür burdayız değil şeyin kolun bile kalkmadı gözün körolmasın..
-Kadın az bi git, bizimki ekstra herşey dahil, sevişme filan da dahil, git onu da versinler!!!
Bu ne lan!!!
Hadi çocuklu aileleri anlıyorum, bebenin peşinde koşturmaktan zaten kaybediyorlar kendilerini bi de gezmeyle tozmayla uğraşmayacaklar tabii. Zaten adam o çocuğu oluşturma işlemi esnasında spermleriyle birlikte beyinlerinin romantizm kısmını da bırakıyor dışarı, o yüzden sevişmeye filan da gerek duymuyo.. ama peki ya diğerleri, sizin ne işiniz var yaaa herşey dahilde!!
Şimdi bu kadar saydırdıktan sonra bu sene tatilimizi Bodrum'da herşey dahil sistemiyle geçirdiğimizi söyleyince kulağım çınlayacak biliyorum ama vallaa bi deneyelim sonra bukadar lafı hakediyo mu diye tekrar düşünelim dedik :P bi de para b.k tabi! :)

Bi daha da gitmem.. Zaten son günlerde öyle baydık ki, dönmemize bi gün kala doğumgünümdü, kutlamadık bile!!!!!!! Hayatımıza renk gelsin diye kavga filan ettik öyle eyledik kendimizi, adrenalini aldık uyuduk filan..
28 Ağustos 2010 Cumartesi
İki lop popo iki top meme değil mi allasen..
Önceden canım sıkkın olduğunda hiçbişi yapmak gelmezdi içimden..Melankoliye bağlar, daha da çok canım sıkılsın diye ağlak müzik filan dinler, gazetelerin özellikle 3. sayfa haberlerini okur, sonunda da en ufak bişiden patlama yaşar salya sümük ağlardım..Hele ki eğlenceli bişeler yazmak!!uuuuu bedevinin gölde kutup ayısını şeetmesi gibi imkansız bişi!! Artık koy azına gitsin! diyerek kendimi teşvik ediyorum.. Bugün de öyle bi gün işte.. La tatildesin, boşvermişliğin, eğlencenin dibine vurmuşsun ne oldi da sıkıldı canın di mi? Aslında biliyor olduğum ama nedense kabul etmeyerek ve hatta inkar ederek olanı yokedebileceğimi düşündüğüm şeyin varlığına inanmak üzereyim ve bu bok gibi bi duygu..Şu ki, seçmeyi veya seçilmeyi sağlayan bi iki farklılık dışında erkekler birbirinin aynı.. (kadınlar da tabi ama benim gündemim dişi homosaphiens değil)Herneyse bu hayalkırıklığımı her zamanki gibi bi kenara iterek şu tatil mevzuna bi dalayım dedim.
Şimdi efenim her dişi yaratık gibi bi kendimizi beğendirme arzusuyla yanıp tutuşuruz. Bunun olmasını sağlamak için kendimize çektirmediğimiz işkence kalmadı yeminle.. Ciddi işkence la, yatır bi herifi yapıştır ağdayı sağına soluna çek cart diye bak nası ötüyo yediği pislikleri :) çocukken tek mi çift mi denen o gerzek şakayı yaptığımızda bile bi tutam kıl için ayaklarımı öpmeye kalkarlardı..Diyet desen bak duası bile var "Allaam sen kulunu açlıkla ıslah etme" diye, sora saç boyatma, zaten kokusu tek başına yeter ööghh, bi de kafasında o ıslak ve kaygan kimyasalla oturt bakalım bi adamı 2 saat..Topuklu ayakkabı işkencesine ne dersin?? mmmm çok yaratıcı..Kalıcı sakatlığa bile sebep oluyo beaa.. Kısaca dişi homosaphiens hemcinsinin en büyük rakibi ve düşmanıdır ve bi dişi yaratığı ancak bir başka dişi yaratık vezir veya rezil eder..İşte bu güdü tanrının dişilere verip verebileceği en büyük cezadır. Bunu benimsemiş ve yaşam stili haline getirmiş sürtükler artık acı eşiğini de aştıklarından rahatça cillop olabiliyorlar..Biz aklın yoluna inanan bilmiş gerzeklerde direniyoruz nedense..hayır bi de saçlarını başlarını yolasımız geliyor o kötü işte..Ben de Bodrum'a gelmeden önce silikonlu ve kavruk tenli karıların soyunu kurutma duasına çıkmıştım itiraf ediyorum :)Ne de olsa benimki de erkek tabiki hiç fakı yok diğerlerinden (yok yok o çok farklı diye direnmenin manası yok)Her neyse geldim gördüm, hiç de bi halt yok, iki lop popo iki top meme.. o da zaten bak bak bi süre sora bi anlam ifade etmiyo..Hatta arkaarkaya söyleyince bile anlamını kaybediyo bak: popopopopopopopopopopopo mememememememememememememe :D Çok rahatladım vallaa semiriyorum gitsin :)

25 Temmuz 2010 Pazar
"İçimdeki ciddi haber spikeri haber sunarken gülme krizine girmiş" gibiyim..
10 senedir hergün bişiler yapmak lazım diye dolanıp dururum :D Ha tamam çok büyük şeyler yaptım ama durmuyo ki kafa, tuhaf tuhaf üretmeye devam ediyor..
Mesela, Kasım 2008'miş, Pazar sendromlu ben'in pazartesi sendromsuz halinden birşeyler patlamış çıkmış, o zamanlar daha 1,5 aydır flört ettiğim sevgilime (şimdi imzalı sevgilim olan) göndermişim yazıp.. Adam yine de benle evlendi ya helal ossun :D İşte aşağıda o yazı (yalnız ne ciddiymişim la :P)

24.11.2008
Haftanın ilk günü bugün. Pazartesi sendromu filan yoktur bende ama 2 saatlik trafik işkencesinin ardından yarım saat geç kalınca işime, insan kaynaklarından birinin gelip “geç kalmanız için bir sebebiniz var mı? Ve birine haber verdiniz mi?” demesini kaldırabilecek kadar da ermiş aşmış değilim. Kaldı ki bunun hak olduğunu da düşünmüyorum. Bir sebebim olduğunda ise haber vereceğim kişilerin üstlerim olduğu fikrini zorla da olsa kabul etmişim ve öyle de davranmaktayım. Bu sorgu sual, çalışanlara saygısızlığın hat safhada olduğu bir iş yerinde çok yadırganmamalı belki ama peki ya neredeyse tüm çalışanların birçok şeyi yadırgayıp şikayet ettiğini söylesem... Sorulacak soru şu: peki neden devam ediyorsunuz, ediyoruz? Üstelik bazılarımızın da hayalleri varken ve burada çalışıyor olmaktan çok daha farklıyken bu hayaller...
Sadece hava alıp kendime gelmek için çıktığım öğle yemeğinden dönerken, başımı öne eğip yürümek veya etrafıma bakıp da hiçbir şey görmemek yerine dikkatlice inceledim insancıkları. Herkeste bir telaş ya da kaygı veya bunların yarattığı mutsuzluk...Bir de baktım ki gülümseyenler var, nasıl sevinçle doldum o an.. lise öğrencileri... yazılısı kötü geçmiş de olsa, sevgilisi ile kavga da etmiş olsa ya da ne bileyim başka bir sebepten suratı asık olanında bile o umutsuz, kaygı dolu yüz yok.. Sadece ve en fazla sebebi o ana yakın olmuş olan bir hadisenin somurtkanlığı.. Bazı şeyleri henüz yaşamamış veya daha az farkında olmaktan ve hatta hiç farkında olmamaktan kaynaklanan o hafiflik ruhlarından taşıp yansıyor bedenlerine...
Bir de, ellerini başlarının etrafında, farkında oldukları şeyleri kovalamak için sallayıp duran, alnının ortasına iki derin çizgi koyup içindeki çocuğu kaybetmemek için oraya sıkıştırmaya çabalayan, ne kadar çok şey kaybettiğini bir süre önce anlayıp, önündeki zamana kazanabileceklerini sokuşturabilmek için hızlı hızlı adımlar atarak yürüyen, düşünürken ruhu, koşuştururken bedeni, saklamaya çalışırken kalbi yorulanlara bak... Nasıl da her hallerinden belli değil mi? Farkında olup karşı koyamamak ne kadar geçerli bir mutsuzluk sebebi aslında... Gurur meselesi bir kere üstelik...
Geçmişle pek alıp veremediğim yok ama şuan memnuniyetsizlikle yapmakta olduklarımın bir de zorunluluk haline gelmesi ince ince çiziyor içimi. Hele ki bilincinde olarak gelecekte de yine bir an durup “Geçmişle pek alıp veremediğim yok ama şuan memnuniyetsizlikle yapmakta olduklarımın bir de zorunluluk haline gelmesi ince ince çiziyor içimi “cümlesini aynen yazıyor olabileceğim düşüncesi hala “ne kadar hasar verebilirim ki artık kendime, isteklerime, hayallerime?” diyememiş olduğumu gösterir ki bu avutma, kendini kandırma katlanılır gibi değil...
Alnımın çizgileri arasına sıkıştırdığım çocukluğum da mı farkında yoksa herşeyin? Nerede cahil cesaretim, başıboş tavırlarım? Geri dönüşümlü değil miydiler? Eşiği atlatsam gelmezler mi? Kabul edip şikayet etmek değil de gerçek anlamda kabullenmek mi erdem? Yoksa boyun eğmemek mi gerçekten ne istediğini bilerek hareket etmeni engelleyen herşeye?
“Yarının bugünden daha iyi olacağı ümidiyle yetinmek yerine, hemen bugün, yarın uyandığımızda kendimizi bugünden biraz daha iyi hissetmemizi sağlayacak bir şeyler yapmalıyız.”
Başlamalıyız bir yerden? Ama nereden...küçükten veya büyükten ama başlamalıyız artık...

Eeeeh başlarım lan diyip başladım biyerden, hem de en önemli yerden.. kendimden... Başıboş tavırlarımı da salıverdim zaten alnımın ortasına sıkıştırmaya çalıştığım çocukluğum gibi, oynaşın ulan dedim kim takar.. Ohhhh..
Mesela, Kasım 2008'miş, Pazar sendromlu ben'in pazartesi sendromsuz halinden birşeyler patlamış çıkmış, o zamanlar daha 1,5 aydır flört ettiğim sevgilime (şimdi imzalı sevgilim olan) göndermişim yazıp.. Adam yine de benle evlendi ya helal ossun :D İşte aşağıda o yazı (yalnız ne ciddiymişim la :P)

24.11.2008
Haftanın ilk günü bugün. Pazartesi sendromu filan yoktur bende ama 2 saatlik trafik işkencesinin ardından yarım saat geç kalınca işime, insan kaynaklarından birinin gelip “geç kalmanız için bir sebebiniz var mı? Ve birine haber verdiniz mi?” demesini kaldırabilecek kadar da ermiş aşmış değilim. Kaldı ki bunun hak olduğunu da düşünmüyorum. Bir sebebim olduğunda ise haber vereceğim kişilerin üstlerim olduğu fikrini zorla da olsa kabul etmişim ve öyle de davranmaktayım. Bu sorgu sual, çalışanlara saygısızlığın hat safhada olduğu bir iş yerinde çok yadırganmamalı belki ama peki ya neredeyse tüm çalışanların birçok şeyi yadırgayıp şikayet ettiğini söylesem... Sorulacak soru şu: peki neden devam ediyorsunuz, ediyoruz? Üstelik bazılarımızın da hayalleri varken ve burada çalışıyor olmaktan çok daha farklıyken bu hayaller...
Sadece hava alıp kendime gelmek için çıktığım öğle yemeğinden dönerken, başımı öne eğip yürümek veya etrafıma bakıp da hiçbir şey görmemek yerine dikkatlice inceledim insancıkları. Herkeste bir telaş ya da kaygı veya bunların yarattığı mutsuzluk...Bir de baktım ki gülümseyenler var, nasıl sevinçle doldum o an.. lise öğrencileri... yazılısı kötü geçmiş de olsa, sevgilisi ile kavga da etmiş olsa ya da ne bileyim başka bir sebepten suratı asık olanında bile o umutsuz, kaygı dolu yüz yok.. Sadece ve en fazla sebebi o ana yakın olmuş olan bir hadisenin somurtkanlığı.. Bazı şeyleri henüz yaşamamış veya daha az farkında olmaktan ve hatta hiç farkında olmamaktan kaynaklanan o hafiflik ruhlarından taşıp yansıyor bedenlerine...
Bir de, ellerini başlarının etrafında, farkında oldukları şeyleri kovalamak için sallayıp duran, alnının ortasına iki derin çizgi koyup içindeki çocuğu kaybetmemek için oraya sıkıştırmaya çabalayan, ne kadar çok şey kaybettiğini bir süre önce anlayıp, önündeki zamana kazanabileceklerini sokuşturabilmek için hızlı hızlı adımlar atarak yürüyen, düşünürken ruhu, koşuştururken bedeni, saklamaya çalışırken kalbi yorulanlara bak... Nasıl da her hallerinden belli değil mi? Farkında olup karşı koyamamak ne kadar geçerli bir mutsuzluk sebebi aslında... Gurur meselesi bir kere üstelik...
Geçmişle pek alıp veremediğim yok ama şuan memnuniyetsizlikle yapmakta olduklarımın bir de zorunluluk haline gelmesi ince ince çiziyor içimi. Hele ki bilincinde olarak gelecekte de yine bir an durup “Geçmişle pek alıp veremediğim yok ama şuan memnuniyetsizlikle yapmakta olduklarımın bir de zorunluluk haline gelmesi ince ince çiziyor içimi “cümlesini aynen yazıyor olabileceğim düşüncesi hala “ne kadar hasar verebilirim ki artık kendime, isteklerime, hayallerime?” diyememiş olduğumu gösterir ki bu avutma, kendini kandırma katlanılır gibi değil...
Alnımın çizgileri arasına sıkıştırdığım çocukluğum da mı farkında yoksa herşeyin? Nerede cahil cesaretim, başıboş tavırlarım? Geri dönüşümlü değil miydiler? Eşiği atlatsam gelmezler mi? Kabul edip şikayet etmek değil de gerçek anlamda kabullenmek mi erdem? Yoksa boyun eğmemek mi gerçekten ne istediğini bilerek hareket etmeni engelleyen herşeye?
“Yarının bugünden daha iyi olacağı ümidiyle yetinmek yerine, hemen bugün, yarın uyandığımızda kendimizi bugünden biraz daha iyi hissetmemizi sağlayacak bir şeyler yapmalıyız.”
Başlamalıyız bir yerden? Ama nereden...küçükten veya büyükten ama başlamalıyız artık...

Eeeeh başlarım lan diyip başladım biyerden, hem de en önemli yerden.. kendimden... Başıboş tavırlarımı da salıverdim zaten alnımın ortasına sıkıştırmaya çalıştığım çocukluğum gibi, oynaşın ulan dedim kim takar.. Ohhhh..
13 Temmuz 2010 Salı
Kapıya sıkıştırırım ne var ne yok allaıma!

Şimdi, kendi kendime içip içip sora da ulaaan şindi sarhoş olur dağıtırsam, balkona çıkıp bağırarak müslüm filan söylersem, sibel can gibi dansedip, eşek gibi anırıp, uçabilirim lan vallaha diye korkuluklardan kendimi aşağı bırakmaya kalkarsam, oraya buraya kusup üstünde uyuyakalırsam beni kim toparlıcak diye tırsa tırsa önüme koyduğum 5 biradan 2sini yudum yudum içmek,sora da ulan kapıyı kilitlemeden uyuyakalırsam, ben uyurken eve hısız girerse, tam o sırada da ben kabus filan görüyo olursam, birden dana gibi bağırıp hırsızı da sçrtırsam oracıkta, sora ikimizde korkup aynı anda koşarak kapıdan çıkmaya kalkarken sıkışıp kalırsak, ben onun suratına tükürürken o da bana kafa atarsa, ben allah belanı versin taş kafalı herif diye bas bas bağırırken karşı komşu çıkıp, hiç tanımadığı, kılıksız, suratı tükrüklü bi adamla beni kapıya sıkışmış olarak görünce şapşala dönüp pardon diyerek kapıyı kapatırsa, biz ancak adamla sabah kapıya sıkışık olmaktan kurtulursak ve o an herifin .....larına dizimi geçirdikten sora tipi yere yığıp, hemen işe gitmek zorunda kalırsam, yorgunluk ve uykusuzluktan araba kullanırken sağa sola girersem, azım burnum dağılmış bi şekilde şantiyeye varıp cinnet geçirip iki üç kişinin kafasını tuvalet deliğine sokmaya kalkarsam, sora bi de işimden filan olursam diye senaryolar yazarak tırsa tırsa uyumak, uyurken de dün baküden gelip bugün avusturyaya giden benim adamın kulaklarını çınlatmak (gelince de o kulakları çekiştirmek, hırsızla sıkışıp kaldığım o kapıya sıkıştırmak filan) istiyorum.. Bu yüzden düğün müğün anlatamıcam.. İlk biram da bitti zati kayıyorum yavaştan koltukta aşağı doru.. Of Allaım yarebbim...
18 Haziran 2010 Cuma
Var mı benim reklam metinlerini çekecek kaba et olm sizde
Şindi benim adam okuma manyaa, ama öyle böyle değil. Tamam benim ilk kıstasım "okuyan adam olsun abi", okumayan adamın beyin kıvrımları ya olmuyo ya da zamanla botoks yaptırmış gibi düzleşiyo vallaa ne muhabbetten zevk alıyorum ne de bişi anlatmak için uğraşmaktan.. Sonuçta dileklerim kabul oldu ama işte bazen ne dilediğine dikkat etceksin. Mal mal çok okuyan biri çok okuyan biri dersen, akşam eve gelince önce 2 saat gazete, sonra iki mizah dergisi, sonra tarih dergisi, yetmedi netten ekonomi haberleri ve sözlük yorumları ve son olarak yatmadan önce de başucunda duran 7 kitaptan birini açıp okuyan biriyle yaşarsın.. Yo yo yine de şikayetçi değilim vallaha, anlattırıyorum okuduklarını, çaba sarfetmeden konuyorum bilgilere :P Yani şuraya geleceğim, okumaktan TV filan izlemiyoruz, yani biz hiç "ailecek sizi severek izliyoruz" diyemicez birine, ben bi ona üzülüyorum. TV açınca da Mete haber ve tartışma programı kanallarını izliyo ben de eurosportu açıyorum, böle mal gibiyiz.. Arada zapping yaparken dizi filan görüyorum, içimden bi canavar ev hanımı çıkıyo, ağzımın köpüklerini saklamaya çalışırken, çaktırmadan da sanki kumandanın tuşu basmıyomuş gibi yapıp bi göz atıyorum, Bihter Behlül'e yine vermiş mi(akıl, söz veya yemek olabilir hemen dağılmayın lan), Ali Rıza bey dayanamayıp rusyaya kaçıp bi hatunla otel odasında tüm senaryonun acısını çıkarırken kalpten gitmiş mi, türk malındaki kuzu ailesi cidden mal mı, geniş ailedeki ulvi hala sevimli bi spastik mi ..vs diye. Ancak öyle takip edebiliyorum.
Bi de reklamlara bakıyorum güzel bişiler var mı diye. Şu reklamcıları bi kendi hallerine bıraksalar neler yapacaklar da yok ekonomik düşün, yok rtükü düşün, yok firma konseptine uy, yok patrona yaran ..vs derken patlıyolar ve sonunda bu ne lan diye haykırdığın reklamlar çıkıyo.
Abi mesela oynat Seda'yı bi gelinlik markası reklamında.. Mesela Seda yeni kocasıyla stüdyoda düğün fotosu çektiriyo, her deklanşör sesinde ablanın üstündeki gelinlik ve yanındaki koca değişiyo ama abla ifade de dahil hep sabit. 11. deklanşör sesinden sora, stüdyonun arka tarafındaki halı saha gösteriliyo, bunun eski kocaları takım olmuş maç yapıyo orda Y.Salkımınkilerle küfür kıyamet, pon pon kızlar da memedalininkiler.. Mesela slogan da: Her değişime ayak uydururuz! filan gibi bişi, ya da "gelinlik alana aksesuar bedava" (aksesuar derken kocalar gösterilcek) :P gibi..
Ya da mesela kozmetik markası reklamı, böle kremler makyaj malzemeleri filan.. Bunlarda hep hatunlar oynar di mi. Öyle yapmıcan işte, oynat sen orda Ferhat abiyi bak nası patlıyo satışlar.. Mesela bi bakım seansına gitsin Ferat aabi :D böle cilt bakımı makyaj, komple.. Giydir ona ameliyat önlüğü (kı.ı açıkta bırakan) makyöz abla yatırsın bunu ameliyat masası gibi bi masaya, döndürsün arkasını, başlasın bunun popoya bakıma,makyaja.. göstermicek tabi, karart ekranı 2 sn, sonra göster Ferhat'ın popo olmuş Angelina Julie mesela :D Sloganı da: "Sayemizde k..ma benziyosun lafı da rafa kalkacak" falan filan ne biliyim, en azından dikkat çekici..
Şimdi ben bu dakka başı manyak beynimin ürettiği reklam senaryolarını millete anlatıyorum, eğleniyolar filan, sora bloga yazcam diyince yazma çalarlar fikirlerini diyorlar. Olm nerde bu millette böyle reklam çektirecek g.t! Hayır zaten dediğim gibi 24 saatte 20 tane böyle reklam üretirim ben, istiyorlarsa çalsınlar.
Yalnız şuan Beşiktaş beer point bahçesinde bi ağacın altında minderlere serilmiş laptopumu kucağıma almış gerzek bi gülümsemeyle yayılır vaziyetteyim, keyfim gıcır varya.. Bi de Mete'nin arkadaşlarıyla buluşcaktık (gerçi ikisi de benim eski iş yerinden arkadaşlarım) ama ben böyle avrupai hatun modeline geçip, siz erkek erkeğe takılın ben biraz yazacağım filan dedim ama yine onlarla geldim, onlar masalarda oturuyo ben çimlerde :) ne evde mi oturcaktım yok yaaa! Gerçi görüş açımda değiller, yaz diye dansöz gibi giyinmiş hatunların oralarına buralarına gözleri kayıyo mu diye kontrol edemiyorum ama olsun, yakında olmam bile bi korku getirir diye avunuyorum. Ne beee iyi bakarlarsa baksınlar, bakanınkine bakarlar ama bunu da bilsinler, biz de oramızı buramızı açmasak da tek başına bir hatun olarak oturuyoruz burda, var bi karizmamız :P Kahvemi de söyleyim şimdi, ooohhhh....
bikaç denişik reklam afiştesi: bu mesela gayet estetik :P , e bu da fena deil , bu da olar , hoş

Bi de reklamlara bakıyorum güzel bişiler var mı diye. Şu reklamcıları bi kendi hallerine bıraksalar neler yapacaklar da yok ekonomik düşün, yok rtükü düşün, yok firma konseptine uy, yok patrona yaran ..vs derken patlıyolar ve sonunda bu ne lan diye haykırdığın reklamlar çıkıyo.
Abi mesela oynat Seda'yı bi gelinlik markası reklamında.. Mesela Seda yeni kocasıyla stüdyoda düğün fotosu çektiriyo, her deklanşör sesinde ablanın üstündeki gelinlik ve yanındaki koca değişiyo ama abla ifade de dahil hep sabit. 11. deklanşör sesinden sora, stüdyonun arka tarafındaki halı saha gösteriliyo, bunun eski kocaları takım olmuş maç yapıyo orda Y.Salkımınkilerle küfür kıyamet, pon pon kızlar da memedalininkiler.. Mesela slogan da: Her değişime ayak uydururuz! filan gibi bişi, ya da "gelinlik alana aksesuar bedava" (aksesuar derken kocalar gösterilcek) :P gibi..

Şimdi ben bu dakka başı manyak beynimin ürettiği reklam senaryolarını millete anlatıyorum, eğleniyolar filan, sora bloga yazcam diyince yazma çalarlar fikirlerini diyorlar. Olm nerde bu millette böyle reklam çektirecek g.t! Hayır zaten dediğim gibi 24 saatte 20 tane böyle reklam üretirim ben, istiyorlarsa çalsınlar.
Yalnız şuan Beşiktaş beer point bahçesinde bi ağacın altında minderlere serilmiş laptopumu kucağıma almış gerzek bi gülümsemeyle yayılır vaziyetteyim, keyfim gıcır varya.. Bi de Mete'nin arkadaşlarıyla buluşcaktık (gerçi ikisi de benim eski iş yerinden arkadaşlarım) ama ben böyle avrupai hatun modeline geçip, siz erkek erkeğe takılın ben biraz yazacağım filan dedim ama yine onlarla geldim, onlar masalarda oturuyo ben çimlerde :) ne evde mi oturcaktım yok yaaa! Gerçi görüş açımda değiller, yaz diye dansöz gibi giyinmiş hatunların oralarına buralarına gözleri kayıyo mu diye kontrol edemiyorum ama olsun, yakında olmam bile bi korku getirir diye avunuyorum. Ne beee iyi bakarlarsa baksınlar, bakanınkine bakarlar ama bunu da bilsinler, biz de oramızı buramızı açmasak da tek başına bir hatun olarak oturuyoruz burda, var bi karizmamız :P Kahvemi de söyleyim şimdi, ooohhhh....
bikaç denişik reklam afiştesi: bu mesela gayet estetik :P , e bu da fena deil , bu da olar , hoş
28 Nisan 2010 Çarşamba
Beyrutta içime iç savaş kaçtı çıkmıyo şerefsizim

Evet 23 Nisan'da malak gibi yayacağıma sevgilimle Beyrut'a gittik..Allah benim işyerini benim başımdan eksik etmesin, dediler ki tatilsiniz, gerçi ben zaten tahmin ettiğimden rezervasyonlarımı 15 gün önceden yapmıştım :P Hadi tatil olmazsa diye gayet manasız düşüncelere filan da hiç kapılmadım :) Neyse işte bindik uçaa, ben ortada ve pencere kenarında filan oturamam uçakta, içim sıkılıyo böle kıravat takmış gergedan gibi hissediyorum kendimi sağa sola saldırıp pilota dalasım gelio hızlı kullan şu uçağı, bilmiyosan da çekil ben kullanayım diye.. Neyse işte benim yerim koridor sevgiliminki orta, kendi sıramıza bi geldik sevgilim dedi aha sçtık. Bi baktım pencere tarafına, pencere tarafı diye bişi kalmamış, pencereyi görmek zaten imkansız da baya bildiğin airbag açılmış sanki heryeri kaplamış.. Ne olduğunu anlamaya çalışırken airbag de bi hareketlenme farkettim biraz daha dikkatli bakınca anladım ki yarım tonluk bi herif o. Koridorda yerimize doru yürürken diyodum ben de bu alet diye sola çekio diye :)

Neyse geldik otele gece. Uzun uzun gezi blogu gibi Beyrut’u filan anlatacak değilim, gidin görün alla alla, hem vize de yok, bi de en fazla 2 saat sürüyor, yoramıycam şimdi kendimi.. Sadece, istanbulun taksi şoförleri gibi deli araba kullanan Lebanese kadınları, Müslümanlar, Hıristiyanlar, iç savaşta delik deşik olmuş binalar, doğu kültürü, batı havası, gece hayatı vs. derken çok acayip biyer, psikolojin bok gibi oluyor, her şey var içinde biraz biraz. Bi de son gün bi walktoura katıldık, rehber Ermeni bi genç. Böle Amerikan üniversitesi önünde bi ağacın altında buluştuk, kaldırım gibi biyere oturdum ben de. Bu çocuk da gelmiş pepsisini benim yanıma koymuş, ne biliyim abi boş sandım, e bizde sokakta boş gördüğün pepsi kutusunu ne olarak kullanırsın tabiî ki kül tablası külleri bırak izmariti de attım ben içine kutunun. Bu bişiler anlattı filan tura başlarken de lets go dedi aldı pepsiyi eline, hayıııııır diye bağırmama kalmadan dikti tepeye ve tabi anında püskürttü. Ben resmen o sırada itin g.tüne girsem razıyım. Bi süre konuşamadım tabi, sora gittim yeni bi pepsi aldım verdim, anlattım filan olayı. Abi tek türk biziz, bi önyargı var tabi, bi de ben gittim herifin pepsinin içine bişi attım filan, olayı düzeltmek lazım.
Sonuçta gezdik gördük yaşanır lan aslında burada dedik ama tabi çalışmıcaz böle iki üç ay şabaklancaz oralarda, öle yaşıcaz yani :P

Neyse şimdi iyiyim. Yalnız internet yasaklandı işyerinde, sanal alemle de tüm bağlantım kesildi hiçbişey de yazamıyorum hiçbiyere. Birikti birikti beynimde oldu bin tilki çiftleşmeye başladı bi de şerefsizler kuyruklarını bile değdirmeden. Biraz daha yazamasaydım üreyip beynimi yiyceklerdi yeminle. Millet de kıllanmaya başladı, bi sürü mail geldi nerdesin niye yazmıyorsun öldün mü filan diye faceden. Gerçi geberip gitsem kendini kınaya bulayacak tipler var aralarında ama vallaha umrumda değiller koyun bile otlatmam ben onların mera beyinlerinde…
13 Nisan 2010 Salı
Daha iyi görmek iyi bişi değil ey doktor
Altı gözlük denemesinden sora ne ağzımdan aman da gözüm bozuk, göremiyorum filan lafı çıktı ne de elime gözlük aldım, arkadaşlarımın gözlüklerine bile dokunmadım korkudan, gözüme yapışır da çıkmaz bida diye, öyle bi kabus oldu bana yani.. Neyse aradan geçen 10-15 sene içerisinde arada bi bizimkilerin aklına geliyo ya senin göz noldu acaba diye bi kurcalamaya çalışıyorlar ama ben anında konuyu değiştirerek bu zayıf noktama saldırmalarına izin vermeyip püskürtüyorum onları.. Ama tabi numara artıyo farkındayım, şaşı eşek gibi bakınıp duruyorum etrafa. Biyere buluşmaya gittiğimde kafenin ortasında arkadaşları göremeyip mal mal bakıyorum, dibimde el sallıyolar göz kaş burun filan seçemediğimden kim olduğunu anlayana kadar kçımdan terler akıyo. Gerçi buna da bi metot geliştirmiştim, geldim ben ne taraftasınız diye önceden sorup en azından o yöne doğru görmüş gibi sırıtarak ilerliyordum nası olsa yaklaşınca görcem, kimse de anlamayacak..
Ama işte bi süre sora kafamı biyere sokmaya çalışıyomuşum da koca kafam girememiş sıkışmış gibi ağrımaya, bi süre sora da sıkıştığı yerde daha da büyüyormuş gibi hissetmeye başlayınca, ha tabi bi de araba kullanırken tabelaları göremediğim için hep son saniye direksiyonu kırıp sağa sola dönmeye çalışırken yediğim korna ve küfürlere, dağılmış bir beyin, kırık kol bacak, kopmuş burun filan ekleneceği korkusuyla erteleye erteleye geçen ay gittim göz doktoruna.. Neyse doktor harfleri okutuyo, 4. sınıfta hala okumayı sökememiş gerzek çocuklar gibi A'ya M, C'ye L filan diyorum.. Bi de onaylatmaya çalışıyorum "di mi" diye.. Adam gözüme mercekleri koydu, "oku" dedi, dedim "Allahım sana geliyorum!", adam dört harf gösterdi ben cümle kurdum öyle bozukmuş yani. Sonunda adamla karşılıklı masaya oturduk, gözlük kullanmak zorundasın bu zamana kadar bu numarayla nası yaşadın zaten anlamadım dedi, büyüttüğü de 2,5 astigmat, e tamam 1 filan da miyop var ama yine de, kafam yokmuş da yeni farketmişim gibi ne davranıyosa! Sora pazarlık başladı gözlük takmasam olmaz mı, büyür mü numara, büyümez ki vallaa bak 12 yaşındayken 1'di, nerdeyse 30 oldum 2,5 olmuş, 17 senede 1,5 numara yani, ancak 70imde filan göremeyecek duruma gelirim ki o zamanda görmeyeyim pörsümüş hallerimi zaten :P adam işini hafife aldığım için zaten bi kıllandı, sora işi matematiğe vurduğum için delirdi, en son gözlerinden kin ve nefret fışkırırken -lens kullansam dedim, - olmaz gözlük kullanacaksın dedi.


Yatmadan önce mecbur gidecem ya ertesi gün işe, işte "iyi ya vallaa çirkin kızlar daha karizma olur, hem güzelden erkekler tırsar pek yanaşamaz, çirkin candır, hem o kadar da değil lan kötü değilsin yani" diye kendimi avutuyorum. Lan acaba bu ruh hastası doktor bana bi pislik mi yaptı, bilerek saçma bi gözlük mü verdi, noluyo, derken uyuyakalmışım. Sabah kalktım hiçbişi olmamış gibi banyoda yüzümü yıkıcam bi baktım gözlük orda. Kabus değilmiş, gerçekten almışım gözlük lan, bi kere daha yaşadım geceki şoku! Allahtan gözlük fena havalı da hava yapcam diye arada bir takıyorum :P
8 Nisan 2010 Perşembe
Özleyemiyorum Hacı Defoluyum Evet
Havaya göre bile saniyesinde değişen bi psikolojim var, hava açıyo gülmeye başlıyorum kapatıyo sinirli, yağmur yağıyo gözler doluyo benim, kar fırtınada bahaneye gerek yok direkt ağlayabilirim. Tuşum var biyerimde basıyosun oluyo öyle saçma bi durum. Ama bi tek özlemek duygusu nası bişi bilmezdim. 18 yaşında üniversiteyi kazanıp geldim İstanbul'a ki Ankara yaşadığım yere daha yakın olmasına rağmen tutturdum İstanbul diye çünkü ruhum fırlak, kesmez öyle memur şehri filan. Zaten 10 yaşında, evimiz hollywood'dayı izlerken, Allaım neden Amerika'lı olmama izin vermedin, bendeki ne boktan şans ki burda doğmuşum diye ağlayan bir çocuktum. Yok hani o zaman yaşıtım salak hatunlar, dizinin aktörlerine (dylan, brandon) aşık olup ağlarlardı, ben de küfrederdim onlara. Benim hedef büyüktü çünkü, senaryom hep fazlasını elde etme üzerine kuruluydu. O kaymak çocuklar, ancak Amerika'da hoppidi hoppidi yaşıyor ve kendimde var olduğunu zannettiğim farklılıkları orada cukkaya çeviriyor olduğum hayalimin bit kadar kısmını oluşturuyorlardı sadece..
Neyse İstanbul'a geldim kendimi vurdum şehri keşfe.. Her üniversiteden arkadaşım var anasını satiim hayır bi de onlarla derse de giriyorum, Mimar Sinan Üni. resim bölümünün perspektif hocası benle ders işliyodu bi ara sadece :) Ulan günler haftalar geçiyo, aahh memlekeet, aah diye iki dakka şurda arabesk takılayım, hasretinden prangalar eskiteyim filan yok.. Zaten annem 4-5 ay sora "sen özlemiyorsun di mi?" diyip çakmıştı olayı. Hayır bi de önceden bahsettim ya benim anne bildiğin aktrist, kanka gibi de bi yandan, e bi de ufaklık var ki kardeş değil ben sanki, kendim kadar seviyorum, hayır özlemiyor değilim sadece o duygunun nası bişi olduğunu tarifleyemiyorum. Ne biliyim yanımda olsalardı keşke filan diye düşünüyorum, görüştüğümüzde inanılmaz mutlu oluyorum ama mesela çok özlediiiimm ühüüüü diye zırlayıp bunalıma filan girmiyorum..(Direkt arayıp çağırıyorum mesela :P)
Sonra bu muhabbet sevgilimle de gündeme geldi. Ulan adam bi ay yok yurtdışında mesela, bekliyo ki diğer hatunlar gibi yok manyak gibi özledim, sensiz yaşayamıyorum, nefes alamıyorum astım oldum, yokluğun bi zehir içtim kayboldum, dön bebeim dön çaresiz başım filan diyim göz yaşlarımı biriktirip rakıma su yapayım, olmadı atlayım gideyim bilmem ne.. Neyse anlatabildim nitekim tabiki özlüyorum ama zaten ifade edememe gibi bi sorunum var bir de bu özlemek olayını abartan tiplerden değilim, öyle ağlayamam filan mesela hasret özlem duygusundan diye.. Gerçi zamanla hissettiğim yanımda olsun, şimdi beraber olsaydık ne güzel olurdu filan isteklerinin, nereye yaa yine mi yeter la, gitme allaseen filan laflarımın aslında "özlemek" olduğunu öğretti kendisi :P
Çok sevdiğim arkadaşlarım var, bin yıl görmiyim farkına varmam bin yıl olduğunun mesela. Ama anladım ben sebebini, nası bi mekanizma geliştirdiysem sevdiğim insanlar hep yanımda sanıyorum, mesela 10 yıl sora görsem naber naptın dün dicem o kadar yani.. Bi de çabuk alışıyorum içinde bulunduğum durumlara...Yok abi benim geçmişle bağlantım 1saniyede kesiliyor :D
İşte dedim ya Amerikada doğmamış olduğum için ağlardım diye, işte o saçma hal bi süre sora "bari bi gideyim ya şu ülkeye"ye dönüşmeye başladı. Son iki sene sürekli ben Amerika'ya gitcem diyip duruyorum ama ortada hiç bişi yok, sadece, bak görürsün bişi olur ben Amerika'ya giderim yakında, olm orda bi olay var beni çekio diye mistik mistik konuşuyorum, taktım her önüme gelene söylüyorum. Bi de çaba filan da yok, bişi olcak öyle gitcem, herkes g.tüyle gülüyo tabi bana :D Neyse Kasım'da tamamen tesadüfler üzerine kurulu öyle birşey oldu ki ben gittim sevgilimle 1 hafta New York'ta kaldım :) Bana gülenlerin güldükleri yerleri için de empire states maketleri getirdim :P Hayatımın en süpersonik tatiliydi. (NY maceralarımı başka yazıda anlatırım ama en çok kamyonlarına hasta oldum söyliyim) Ne var orda? Öyle çok da bi halt yok cidden ama öyle bir ruh hali oturtuyor ki insanın üzerine audrey hepburn'sün de beyaz eşarbın ve güneş gözlüğünle manhatton'da bisiklete biniyorsun, herkes sensin herşey senin, bi acayip bi tuhaf bişiler geldi girdi ruhuma, öyle ki garsonluk yapayım, sürüneyim yine de hık demicem.. İşte ilk defa da hayatımda bişiyi özlüyorum yeminnen. New York'u ve orda olmayı. Lan insan bi kere gittiği bi yeri özler mi, hayır bi de ben!! "özlemek" ne demek tam olarak bilmeyen ben! bi tuhaf şeymiş, içimi gıdıklıyo, ya gıcık oldum ya sevdim bilemedim :D
işte bu bikaç parça da içimi gıdıklıyo bu yüzden... (ne şapşal kelime arkaarkaya söyleyince insanın siniri bozuluyo gıdıkgıdıkgıdıkgıdıkgıdık :D)
(artık yeni yerler arıyorum gidecek, ilki Beyrut mesela)

Sonra bu muhabbet sevgilimle de gündeme geldi. Ulan adam bi ay yok yurtdışında mesela, bekliyo ki diğer hatunlar gibi yok manyak gibi özledim, sensiz yaşayamıyorum, nefes alamıyorum astım oldum, yokluğun bi zehir içtim kayboldum, dön bebeim dön çaresiz başım filan diyim göz yaşlarımı biriktirip rakıma su yapayım, olmadı atlayım gideyim bilmem ne.. Neyse anlatabildim nitekim tabiki özlüyorum ama zaten ifade edememe gibi bi sorunum var bir de bu özlemek olayını abartan tiplerden değilim, öyle ağlayamam filan mesela hasret özlem duygusundan diye.. Gerçi zamanla hissettiğim yanımda olsun, şimdi beraber olsaydık ne güzel olurdu filan isteklerinin, nereye yaa yine mi yeter la, gitme allaseen filan laflarımın aslında "özlemek" olduğunu öğretti kendisi :P
Çok sevdiğim arkadaşlarım var, bin yıl görmiyim farkına varmam bin yıl olduğunun mesela. Ama anladım ben sebebini, nası bi mekanizma geliştirdiysem sevdiğim insanlar hep yanımda sanıyorum, mesela 10 yıl sora görsem naber naptın dün dicem o kadar yani.. Bi de çabuk alışıyorum içinde bulunduğum durumlara...Yok abi benim geçmişle bağlantım 1saniyede kesiliyor :D

işte bu bikaç parça da içimi gıdıklıyo bu yüzden... (ne şapşal kelime arkaarkaya söyleyince insanın siniri bozuluyo gıdıkgıdıkgıdıkgıdıkgıdık :D)
(artık yeni yerler arıyorum gidecek, ilki Beyrut mesela)
5 Nisan 2010 Pazartesi
Aha "Baba" gibi Şampuan reklamı işte

Herneyse sonuçta bu şampuan reklamlarına bi yenilik getirmek lazım, tamam senaryo aynı olsun ama abi oyuncu değişikliği yap, belki senaryoyu biraz daha geliştirirsin.. Son zamanlarda yeni bir reklam yıldızımız var sesiyle fiziğiyle, görüntüsüyle, :P kullansanıza..

Güzel olmaz mı yaw? Gelmiş geçmiş en ilgi çekici reklam işte, hem reklamın iyisi kötüsü de olmaz :P (hadi dinleyerek hayal edelim :D)
29 Mart 2010 Pazartesi
Gece Gündüz Setteyim Şerefsizim


Yalnız tabi bu kadar da üstüne gitmemek lazım bilinçaltımın (çok pis korkuyorum da kendisinden) Rüyalardan uyanma anlarım müthiş oluyor, sanki daha yeni yüz metreden sallamışlar beni bungeejumping yaparken ip kopmuş da beynimin dağılmasına birkaç saniye kalmış heyecanı.. hah herkes bungeejumping yapıp kafasını dağıttı ya anlıcak millet nası bi his olduğunı sanki, benim de benzetmeye bak!
Özellikle son 10 yıldır rüyalarım bildiğin film.. Yani başlarken jenerik filan akıyo resmen bi de jeneriği takip edeblmek için çektiğim çileler var, öyle hızlı akıyo ki bi de okumaya çalışıyorum nedense.. Mesela birinde, üniversitedeyken, evde yalnız kaldığım dönem, jenerik akarken büyük bir villanın önüne siyah güzel bir jaguar yanaşıyor ama fondaki müzik resmen şimdiden başla sen korkmaya birazdan neye uğradığını şaşırcaksın diyor, anaaam uyanıyım desem anasını satiim anlamıyorum ki rüyadayım. Neyse arabadan bi acayip yakışıklı herif iniyo, yuhh, gerçi orda anlamam lazımdı rüya olduğunu :P Adam yavaş yavaş eve girerken müzik bi geriliyor sanırsın kapıyı dağınık saçları ve kapkara makyajıyla gözünü pörtlete pörtlete Bülent Ersoy açacak. Ama hayır ben açıyorum kapıyı herifi karşımda görünce bir heyecan bir panik fekat bu heyecan öyle bi heyecan değil baya korkuyorum olum, ulan niye korkuyosun yumurta gibi heriften.. yok.. kaçmaya başlıyorum evin içinde alaım sen insanoğluna öyle büyük bi ev verme, kayboluyorum resmen.. Evin içinde bildiğin caddeler filan var, arabalar geçiyo vızır vızır, anam adam yaklaşıyor atayım kendimi en iyisi yolun ortasına diye zıplıyorum hooop uçarak yolun karşısındayım, baya bildiğin Tim Burton dünyası.. Bi kapıdan içeri giriyorum, içerisi karadeniz sahil kasabası resmen, sonbaharda Amasradayım sanki. Gökyüzü ne karanlık ulan kapalı havaları da hiç seemem derken karga sandığım bi yaratık üstüme doğru gelmeye başlıyor ki bi bakıyorum, adam sen yolun karşısına uçarsın da ben uçamaz mıyım der gibi pike yapmış geliyor hızla. Uyan lan artık, kalbim sektire sektire 200 atıyo.. Dağ tepe bayır deniz derken, böyle ev mi olur lan diyip sağlam bi küfür sallıyorum ama bu ne olduğu, neden beni takip ettiği, yakalayınca bana ne yapacağı belli olmayan heriften hiç kurtulamıyorum. Neyse sonunda hooop ben bi kuyunun içine giriyorum da atlatıyorum adamı, o sırada ekran kararıyor ve bir yazı ekranda: "devam edecek"... Uyanıyorum kalp krizinden gittim gidiyorum :P B.ku yedin kızım bitmedi bu rüya daha devamı var, amaaaan neyse diyip o şemsiyeli atasözünü hatırlatıyorum kendime :D
Bu manyak rüyaların en kötü yanı da tuhaf sesler çıkararak sevgilimi de korku içinde gecenin bi yarısı uyandırmak oluyor ki rezil bi durum. Bu ne lan hatunun resmen gece hayatı var diyodur yawrum :P
Hadi bakalım sonum ne olcak...
22 Mart 2010 Pazartesi
Yemeğin Salçalısı, Kadının Püskül de Olsa Kalçasına Kadar Saçlısı
Kadınların bünyelerinde en çok oynadıları ve oynattıkları yer saçtır herhalde. O kafaya sürülmedik madde kalmaz nedense 16 yaşından sonra. İlk lise çağlarında başlar bu girişim, merak 2 yaşında filan başlar da, girişime izin verilmez.. Lise çağlarında özellikle yaz tatillerinde civcikler papatya suyunu kafaya boşaltıp güneşe çıkar ve saçın renginin açılmasını bekler heyecanla, çünkü niyetlidi, kendi de açılacaktır, kıyafet açılımı, sevgili açılımı :P Ama o papatya suyuyla açılan saç ne iğrenç bişidir ya, ağza bi sakız bi de pembe rujla tam kenar mahalle gülü olursun, işin kötüsü kendini güzel zannedersin, ıyyyk :P Bu olay zamanla kendini, önce kendi saç rengine yakın, sonra daha alakasız ve daha sonra doğada bile benzeri bulunmayan renklere boyamaya bırakır kafayı. Saç bu kadar kimyasal reaksiyondan sonra ne olduğunu tamamen unutup, kafa ütülmüş tavuk poposuna benzese de o saç inatla uzatılır. Uzun saç dişiliktir çünkü.. Hatun yeni yeni farkındadır herşeye merak salan bir yaratık olduğunun ve bu yaratığın her haline merak salan başka bir tür yaratığın varlığının :P
O saç sallandıkça kalça sallanıyormuş gibi algılar ergen kornikler, zaten civcikler de öle sallarlar o pörsük saçı. Ben de futbol ve basketbol oynayan, boğazlı hangar gibi ayakkabılar giyen, futbolcu isimleri bilen 3cm saçlı salak bi kız olarak, saç uzatmanın önemini lisede basketbol maçlarında bana erkek isimleriyle tezahurat etmelerinin (-"yürrrü be haydar, -şş 5 numaraaa aferin lan sana, -alan savunması mustafaaa vb), yolda çocukların abi saat kaç diye sormalarının, arkadaşlarımın nerdeyse hepsinin erkek olmasının ve benim yanımda popolu memeli muhabbetler edebilmelerinin aslında hiç de öyle "hah hah herkes beni sevio" diye övünülecek bişi olmadığını, bu şapşik kornikler kıza benzeyen kızlara ilgi duymaya başlayınca ve bi de utanmadan "ya kanka yaa şu hatun var ya C sınıfından onla bi konuşsan benim için" diyerekten bamya beyinleriyle beni kullanmaya kalkmalarına aciip bozulunca anladım.
Herneyse dediğim gibi benim saç 3cm çünkü, bol pantolonlar -biiiç pantolon diyoruz o zaman pek bi moda-, ayakta öküz ayakkabıları, yürüyüş desen omuzda teyp taşıyan afro-amerikan yürüyüşü, kaş kalın, gözde gözlük... şimdi yazarken farkettim de offf felaket..
o tropik beyinleriyle benim de civcik olduğumun, benim de iltifat duymak için çırpınan bir ruhum olduğunun farkına varamadı gerzekler. Ben anca maradona gibi koşturayım -ki o adamın saçı bile benimkinden uzundu-.. Annem (hayatımda tanıdığım en manyak bakımlı hatun, bi ajda bi o) beni kızım diye tanıştırmıyodu kimseyle o kadar yani, görümcen mi babaya çok benziyo diyolardı, düşünün yani babaya nası benziyosam, baya bildiğin bıyıklı erkek babaya! insafsızmış onlarda be...
Üniversiteye başladığım sene, annem beni sürükleye sürükleye kuaföre götürdü, yeni uzamaya başlayan kro tipli saçlarıma bi model verdirip, ağlata ağlata kaşlarımı aldırdı. Hahaha hala niye inat ediyosam! alışmışım tabi rahatlığa, güzel olcam diye hiç işkence etmemişim kendime, ayaklarım bile o lökke ayakkabıların içinde yaymış yaymış taraklı olmuş düşün yani öyle bi durumdayım. Neyse kadın nası korktuysa bu üniversitede de dayı gibi davranır, bulamaz kimseyi başıma kalır, görümcem de diyemem bi süre sora, ulan ne görümcesi artık senle yaşlanıyo bu resmen dicekler diye :P Bişeye benzedim işlemlerin sonunda film gibi yaa inanmazsın.
Aynaya bi baktım çığlık attım demek bundan o kadar acı çekmişim bu işlemler olurken, meğer içimden resmen başka biri çıkmış, doğum yapmışım la resmen kendim kadar bişi doğurmuşum düşün yani.İşte saçlar uzadı filan, yeni doğurduğum ben, baya bildiğin hatun oldu..(resimdeki benim yeni halim işte :P) Tabi her hatun gibi saçlar uzun ama ütülmüş tavuk resmen. İnat ettim kestirmedim, sallıyorum saçlarımı rüzgarlarda, koşuyorum uçuşsunlar diye paso. Çok memnunum halimden herkes hayran saçıma, alla allaaa, cidden bi ara o süpürge saçlardan afrodizyak salgılıdığıma inanıyordum.
Ancaak her güzel şeyin bi sonu var işte, ama esas benim eşşşşek bi kafam var, bi de içimde nası duruyo hala annamadım o erkek kılıklı hal var ki, iğrenç oldu olm saçların kestir de sağlıklı sağlıklı uzasın bak daha çekici olcan vallaa diye fısıldadı dudrdu kulağıma, kandırdı beni! dinlemez olaydım, sağır olaydım da duymayaydım ya da kör olaydım da kendimi aynalarda göremeyeydim.. Kestirdim işte, al ha çok sağlıklı sanki şimdi, 3cm uzasa uçlar püskülüyo, yine ütük yine ütük.. nooldu??? sevgilim benle naber corç diye konuşmaya başladı! oh olsun allaın malı.. ama ders olsun nolur allaım bu bana, o afrodizyak salgılı saçlar kesilmeyecek bidaa!!! Şimdi git mecburen Hypnotic Poison al! aklıma köpekler etsin...

Herneyse dediğim gibi benim saç 3cm çünkü, bol pantolonlar -biiiç pantolon diyoruz o zaman pek bi moda-, ayakta öküz ayakkabıları, yürüyüş desen omuzda teyp taşıyan afro-amerikan yürüyüşü, kaş kalın, gözde gözlük... şimdi yazarken farkettim de offf felaket..

Üniversiteye başladığım sene, annem beni sürükleye sürükleye kuaföre götürdü, yeni uzamaya başlayan kro tipli saçlarıma bi model verdirip, ağlata ağlata kaşlarımı aldırdı. Hahaha hala niye inat ediyosam! alışmışım tabi rahatlığa, güzel olcam diye hiç işkence etmemişim kendime, ayaklarım bile o lökke ayakkabıların içinde yaymış yaymış taraklı olmuş düşün yani öyle bi durumdayım. Neyse kadın nası korktuysa bu üniversitede de dayı gibi davranır, bulamaz kimseyi başıma kalır, görümcem de diyemem bi süre sora, ulan ne görümcesi artık senle yaşlanıyo bu resmen dicekler diye :P Bişeye benzedim işlemlerin sonunda film gibi yaa inanmazsın.

Ancaak her güzel şeyin bi sonu var işte, ama esas benim eşşşşek bi kafam var, bi de içimde nası duruyo hala annamadım o erkek kılıklı hal var ki, iğrenç oldu olm saçların kestir de sağlıklı sağlıklı uzasın bak daha çekici olcan vallaa diye fısıldadı dudrdu kulağıma, kandırdı beni! dinlemez olaydım, sağır olaydım da duymayaydım ya da kör olaydım da kendimi aynalarda göremeyeydim.. Kestirdim işte, al ha çok sağlıklı sanki şimdi, 3cm uzasa uçlar püskülüyo, yine ütük yine ütük.. nooldu??? sevgilim benle naber corç diye konuşmaya başladı! oh olsun allaın malı.. ama ders olsun nolur allaım bu bana, o afrodizyak salgılı saçlar kesilmeyecek bidaa!!! Şimdi git mecburen Hypnotic Poison al! aklıma köpekler etsin...
21 Mart 2010 Pazar
Sendromum Var Evet! Daha Az Yaşıcam İyi Davranın Olum Bana

Yıllarım geçti bu salak halle, saçlarımı süpürge ettim ben bu malak yavrusu güne, o naaptı, naaptııı bi defolup gitmedi, bi git olum lan Pazar, zaten diğer haftanın günleri arkadaşların da seni sevmio, hep arkandan konuşup seni grubun ...ü ilan ettiler lan! diye bir günle konuşur oldum öyle vahim yani durumum. Es kaza bi pazar günü sabahı iyi filan uyandıysam ödüm patlıyo acaba ne olacak da bu gün mok olcak diye. Sinir stres sahibi oldum şerefsizim.
Mesela dün.. Allaım nası olduysa bi iyi uyandım, bi civcikliyim, şakıycam nerdeyse, perdeyi açtım içeri güneş filan girdi hoppaaaa bugün Cuma da ben mi işe gitmedim nedir bu güzel ruh? ölüyorum diye korktum resmen. Nitroya bile gerek kalmadan dışarı çıktım inanılır bişi değil, gün boyu gezmeler, gülmeler, Alisim de harikalar diyarında finkatıyorum sanki, kanatlandım uçuyorum, koruyucu bariyerlerim bile çıkacaktı o biçimim yani. Ama bi yandan da yusuf yusuf diye sesler geliyo gaz kaçağı gibi, tırsıyorum. Allaım nolur kötü bişe olmasın şu sendromumu yendim yenecem, şu gün böle bitsin diye yalvarıyorum, bi yandan da olum kesin ölcem lan ben, bu içimden gelen secdeye varma hissiyatı da bundan diye tırsıtıyorum kendimi. Neyse yine de tüm gün şabaklandım yaz tatiline girmiş liseli kızlar gibi.

Allaım biliyorum bu sendrom benim ömrümü kısaltıyo. Bana acımayın, hastayım diye beni teselli etmeyin, yüzüme iyi davranıp arkamdan aman nası olsa geberip gitcek sendromlu nolcak demeyin, ıyyyy sendromu mu var, yaklaşma diye bulaşıcı hastalıklı muamelesi yapmayın. Sevdiğim şeyleri alın bana, gezdirin, yedirin içirin, az ömrüm var lan benim beni ilgiye boğun, yalan da olsa yapın olm nolcak. Bakın sora çok pişman olursunuz, dediydi bize niye yapmadık diye.. kendime poaça almayaydım da ona doughnut alaydım, haftasonları gezmeyeydim de onu ispanyalara götüreydim, yemeyeydim de o tıkınaydı, içmeyeydim de o sarhoş olup bu derdi unutaydı, kollarımı açeydiim, gitme diyeydiiim.. tamam tamam yeter bu kadar drama. Hele bi yapmayın bak ben nası giriyorum kabuslarınıza nası işetiyorum altınıza yatakta, otobüste, vapurda, kafayı yaslayıp daldığınız an çıkcam lan ben.. İlgilenin lan benle :P :I
(Durum müzüü: I'm a creep, i'm a weirdoooo)
17 Mart 2010 Çarşamba
Çocukluğumu Geri Getirine Bi futbolcu Kartı Bi Turbo Sakız

Kızım diye benimle oynamayan kornikleri önce koşu yarışında pataklayıp sonra da bilek güreşinde ağlatarak kendimi kabul ettirme planlarım hep işe yaramıştı.

Aile dostlarımız asla teyze ve amca değillerdi benim için. Hasan, Ahmet, Mustafa, Ayşe, Sevinç, Türkan'lardı. Abla ve abi kavramlarının da doğuştan yeri yoktu kafamda. (Ama bunun ne kadar b.ktan bişi olduğunu iş hayatında anladım ki ilk 6 ayım bey ve hanım'ın neden söylenmesi gerektiğini anlayamadığımdan uyarılarla geçti)
Neyse işte o zamanlar çok eğlenceliydi ama hayat benim için çok zordu da aynı zamanda. Büyümüş de küçülmüş gibi olmanın populeriteme çok büyük katkısı olduğunun farkında olmak o yaşta felaket bişi. Yahu korniklere takılcam diye futbolcu ismi ezberle, arabaları motoruna kadar bil, büyüklerin ilgi odağı olmak için hem şeytan ol hem refleksleri kuvvetli bir yavru ceylan, aynı zamanda konuştuklarına yorum yapabilmek için haberleri izleyip konulara hakim olmaya çalış ki bu en zor kısmı, daha bir çok kavramın soyut mu somut mu olduğunu bile bilmemem gereken bi yaşta ben politika anlamaya çalışıp, kendimi kabul ettirmek için iş hayatının zorlukları konulu muhabbetlere de yorum getirmek zorunluluğu hissediyordum. Uygun biyerimle gülüyorum şimdi.. Aptal sümüklü bi çocuk olsaydım nolurdu ki, çekingen olsaydım biraz, her soruya, şu arabalara koyulan malak malak kafası sallanan oynar başlıklı kedi köpek zamazingoları var ya onlar gibi kafa sallasaydım ben de :P
Vallaa hala büyümedim hiç de niyetim yok, öle mıç mıç uyuz kızlar gibi filan olamam ben, aaayyhh içim sıkılır kendimi pataklarım yeminnen... (Şunu dinleyerek bitireliiiim haydiii! Beter Böceeeeek çocukluk aşkımmmm)
16 Mart 2010 Salı
Sevgili Dediğin Hediyeyi Neetsin Bi Öpücük Ver Gevşesin
Hatun milletinin hediye konusunda doğal ballı olduğu apaçık ortadadır. Mesela git bi alışveriş merkezine, bak bi etrafına, lan ne alacağım diye düşünmene gerek yok, elini uzatsan hatunlar için bişey, ha bizde hatun yok sapız diyosan iyi ya yine git alışveriş merkezine elini uzatsan hatun. Zaten seri sonu satan mağazalar olduktan sonra, öyle aman yerlere para saçmalar yok helikopterle gül yağdırmalar filan da şart değil:P Hem hangi kadın kıyafet sevmez ki, o "mmmmh ben sevmam kıyafet, sanatsal hediyelerdan hoşlanırım" filan diye yaya yaya konuşan hatunların alışveriş yaparkenki görüntülerini bi canlandır kafanda bildiğin aç kurt! Aldığın kıyafet üstüne olmadıysa değiştirir, beğenmediyse de sorun değil, önemli olan o dolabın zengin görünmesidir. Dert etme yani.
Aslında en güzeli hiç hediye almamak tabi. Hatun milleti olarak biz o "özel" günlerde hediye almazsak adamları da bu dertten kurtarmış oluruz (bu özel günler de hiç bitmez yazık değil mi yahu paranıza pulunuza, gidin gezin, yiyin için) Hediye dediğin şöle olunca güzeldir mesela, tesadüfen yolda yürürken, tatilde orda burda, sevgilinin sevdiği bişeyi görüverirsin alırsın, budur, başka da bişey değildir. Diğerleri zorlamadır, lan almazsak şimdi b.ku yeriz diye düşünülerek alınandır, gereksizdir, dertlidir...
Ama yok, bu olay neredeyse tabu, yıkamam edemem risk alamam illa da bi hediye alcam, ama saçma da bişe almak istemiyorum değişik olsun vs. dersen, bir iki fikir verebilirim..
Aldığım ilk hediye bir çanta idi ama içi dolu bir çanta. Bir hatunun tıkabasa çantasına doldurduğu ne varsa mevcuttu içinde, işte, parfüm, yüz yıkama jeli, makyaj temizleyicisi, ruj, sigara paketi ve çakmak, cüzdan, bir adet kitap, küçük bir ayna, kalem ve küçük bi not defteri (hatırladığım kadarıla bu kadardı) Bir de ben tatildeyken kargoyla gelen bi hediye vardı doungünümde arkadaşlardan o da bir cd player ve o zaman dinlediğim gruparın (oasis ve U2) CD'leri, çok havam olmuştu o yaz, daha kimsede doru düzgün cd player filan yoktu, güneşlenirken kulaklığımı takıp dinliyordum müziğimi kasıla kasıla :P Biri gelip bişi sölese ben de lafı döndürüp dolaştırıp hediye olduunu hatta diğer hediyelerin yanında bunun bit kadar kaldığını filan sallasam arada diye de can atıyordum.
Bir başka hediye de ayı kadar bir ayı, ama bildiğin ayı boyutunda (sakın böle bi hediye almayın hatunlara) bunun hikayesi şu: Üniversite hayatımın bi kısmını evde yalnız yaşayarak geçirdim, dış kapı öyle bi kapıydı ki kafanı eğip baksan içerisi görünür o kadar dandik, ödüm kopuyordu tabi haliyle. Bir de anneannem arayıp kızım dikkat et ne zaman tvyi açsam istanbulda tecavüz olaylarından bahsediyor diye üstüne pul biber ekleyince, yatağımın kenarında bilimum kesici-delici aletle uyuyordum :) Bir de o kapıyı inatla yaptırmayıp adam gibi bi kilit taktırmıyorum, neymiş efendim korkularımın üstüne gitcem! Herneyse o dönem herkese sölüyorum tabi olm beni akşamları arayın kontrol filan edin la korkudan kalpten filan gdebilirm diye.. O ayıyı kapının tam önüne koyacakmışım hırsız mırsız kapıyı açınca korkudan altına edip tabanları yağlıcakmış :P ama ben hala o ayının içinde bir kamera olduğuna inanırım... Neyse ayı iyi bi fikir değil neticede.. Aldığım her hediyenin bir hikayesi var tabi ama onları daha sonra yazarım şimdi kısaca isim verip geçeyim: bornoz, saç lüleleyici, masaj aleti, kestane şekeri hediye sepeti (bayılırım), tv, buzdolabı(abarttım mı):P kızılderili müzik aleti, tango ayakkabısı, tatil.. diye bi liste.
Benim aklıma gelen alınacak deişik hediyeler ise bilardo ıstakası (almayı düşünen varsa çok araştırmıştım yerlerini yazabilirim), ok takımı ("okey takımı" diye okudun de mi, ok ok dart için), bilimum uçak ve yelkenli maketleri, beyzbol sopası (araba için :B), pamuk şekeri (ölesine), aa çiçek alın bi kere, neden hep çiçek alıp dururlar anlamam bi de ben alıyım bakiim ne tepki veriolar diye denenebilir:P Değişik minik "sakin ol" ve "yaklaşma" yazan rozetler.. Sihirbaz şapkası, içi tavşanlı ama.. Ne alacağınıza karar veremeyip bir ihtimal daha var o da gömlek mi dersin derseniz hayır derim, kaybeden siz olursunuz...Dediğim gibi ben hediye olayından pek hoşlanmam yaratıcı bişi denk gelmediyse de hiç almamayı tercih ederim, Öpiim de geçsin derim, işi en yavşak yoldan çözerim, çocukken annemlere hep öyle yapardım, hiçbişi yapamazsam resim çizerdim ama mutlaka dudak koyardım köşesine öpücük manasında :P
En güzel hediye na burda görüldüğü üzre "Şimdiki zaman"dır. Değerini bilelim, eğlenelim zakkolar...
Aslında en güzeli hiç hediye almamak tabi. Hatun milleti olarak biz o "özel" günlerde hediye almazsak adamları da bu dertten kurtarmış oluruz (bu özel günler de hiç bitmez yazık değil mi yahu paranıza pulunuza, gidin gezin, yiyin için) Hediye dediğin şöle olunca güzeldir mesela, tesadüfen yolda yürürken, tatilde orda burda, sevgilinin sevdiği bişeyi görüverirsin alırsın, budur, başka da bişey değildir. Diğerleri zorlamadır, lan almazsak şimdi b.ku yeriz diye düşünülerek alınandır, gereksizdir, dertlidir...
Ama yok, bu olay neredeyse tabu, yıkamam edemem risk alamam illa da bi hediye alcam, ama saçma da bişe almak istemiyorum değişik olsun vs. dersen, bir iki fikir verebilirim..
Aldığım ilk hediye bir çanta idi ama içi dolu bir çanta. Bir hatunun tıkabasa çantasına doldurduğu ne varsa mevcuttu içinde, işte, parfüm, yüz yıkama jeli, makyaj temizleyicisi, ruj, sigara paketi ve çakmak, cüzdan, bir adet kitap, küçük bir ayna, kalem ve küçük bi not defteri (hatırladığım kadarıla bu kadardı) Bir de ben tatildeyken kargoyla gelen bi hediye vardı doungünümde arkadaşlardan o da bir cd player ve o zaman dinlediğim gruparın (oasis ve U2) CD'leri, çok havam olmuştu o yaz, daha kimsede doru düzgün cd player filan yoktu, güneşlenirken kulaklığımı takıp dinliyordum müziğimi kasıla kasıla :P Biri gelip bişi sölese ben de lafı döndürüp dolaştırıp hediye olduunu hatta diğer hediyelerin yanında bunun bit kadar kaldığını filan sallasam arada diye de can atıyordum.

Bir başka hediye de ayı kadar bir ayı, ama bildiğin ayı boyutunda (sakın böle bi hediye almayın hatunlara) bunun hikayesi şu: Üniversite hayatımın bi kısmını evde yalnız yaşayarak geçirdim, dış kapı öyle bi kapıydı ki kafanı eğip baksan içerisi görünür o kadar dandik, ödüm kopuyordu tabi haliyle. Bir de anneannem arayıp kızım dikkat et ne zaman tvyi açsam istanbulda tecavüz olaylarından bahsediyor diye üstüne pul biber ekleyince, yatağımın kenarında bilimum kesici-delici aletle uyuyordum :) Bir de o kapıyı inatla yaptırmayıp adam gibi bi kilit taktırmıyorum, neymiş efendim korkularımın üstüne gitcem! Herneyse o dönem herkese sölüyorum tabi olm beni akşamları arayın kontrol filan edin la korkudan kalpten filan gdebilirm diye.. O ayıyı kapının tam önüne koyacakmışım hırsız mırsız kapıyı açınca korkudan altına edip tabanları yağlıcakmış :P ama ben hala o ayının içinde bir kamera olduğuna inanırım... Neyse ayı iyi bi fikir değil neticede.. Aldığım her hediyenin bir hikayesi var tabi ama onları daha sonra yazarım şimdi kısaca isim verip geçeyim: bornoz, saç lüleleyici, masaj aleti, kestane şekeri hediye sepeti (bayılırım), tv, buzdolabı(abarttım mı):P kızılderili müzik aleti, tango ayakkabısı, tatil.. diye bi liste.
Benim aklıma gelen alınacak deişik hediyeler ise bilardo ıstakası (almayı düşünen varsa çok araştırmıştım yerlerini yazabilirim), ok takımı ("okey takımı" diye okudun de mi, ok ok dart için), bilimum uçak ve yelkenli maketleri, beyzbol sopası (araba için :B), pamuk şekeri (ölesine), aa çiçek alın bi kere, neden hep çiçek alıp dururlar anlamam bi de ben alıyım bakiim ne tepki veriolar diye denenebilir:P Değişik minik "sakin ol" ve "yaklaşma" yazan rozetler.. Sihirbaz şapkası, içi tavşanlı ama.. Ne alacağınıza karar veremeyip bir ihtimal daha var o da gömlek mi dersin derseniz hayır derim, kaybeden siz olursunuz...Dediğim gibi ben hediye olayından pek hoşlanmam yaratıcı bişi denk gelmediyse de hiç almamayı tercih ederim, Öpiim de geçsin derim, işi en yavşak yoldan çözerim, çocukken annemlere hep öyle yapardım, hiçbişi yapamazsam resim çizerdim ama mutlaka dudak koyardım köşesine öpücük manasında :P
En güzel hediye na burda görüldüğü üzre "Şimdiki zaman"dır. Değerini bilelim, eğlenelim zakkolar...
15 Mart 2010 Pazartesi
Bi Liste Yaptım Gel Gör ki Buradayım
Son zamanlarda dertler tavan yapınca kendimi verdim kitap okumaya. Gerçekten bende fazlaca etkisi var bunun çünkü resmen içine giriyorum kitabın öyle ki arayıp da bulamayanlar kitap sayfalarının içine baksa ben bildiğin alfabe olmuşum dolaşıyorum A'dan Z'ye. Bırakmak da isemiyorum elimden öyle olunca, kitabı elimden bıraktığım anda uzun süre katil, üçkağıtçı, sultan, zengin, evin köpeği, sapık dadı, artık ne okuyorsam o sıra o karakter olarak dolanıyorum etrafta. Racon kesmeler mi dersin, fransızca telafuzlar mı, elimde bıçak milleti korkutmalar mı, yoga hocası rolleri mi... Ben ben değilim de içime kitabın karakterlerinden biri kaçmış o dünyada yaşıyorum. Mesela geçen şunu okuyorum, aman beni bi görseniz bi Kinyas olmuşum bi Kayra, yıkıyorum ortalığı, bi acayip cümleler filan, yeraltı edebiyatı tamam ama bu kadar da olmaz ki kardeşim dipteyim resmen. Kendimden geçmişim, gerçekten isteyince uykuya yatar gibi ölüme yatılabilir aslına diye düşünmekten gece uyuyamaz oldum ya ölürsem diye. (Çok iyimser ve hayat dolu olmaktan filan şikayet ediyorsanız tavsiye ediyorum kitabı baya yerin altına çekiyo edebiyat anasını satıyım)
Neyse işte yine buldum bi kitap kendime, bu sefer de bunaldım diye kendimi verdim yaşam koçluğu vs. kitaplarına. Kitaba göre kendine bi liste yapıyorsun, katlanamadıklarım listesi.
En küçük sıkıntından en büyüğüne kadar yazıyorsun listeye numara vererek. Yok işte "yolda yürürken pırtlamak istiyorum insanlar duyacak tiksinecek diye pırtlayamıyorum, tut tut içimde patlıcak bigün buna katlanamıyorum" -sanki herkes içeri doğru pırtlıyo ya bi de sana bakarlar ıyyy ivvrenç diye, ulan daha geçen gün sen değil miydin toplantı odasında sağ bacağını çaktırmadan kaldırıp yanında oturan adamın kçına doğru sessiz pırt çıkaran- neyse işte mesela "işyerindeki salak hatunların sürekli sağdan soldan yemiş gibi kıçlarını sallamalarına ve adamların da bunlara bakarken tükrük bezlerinin fazlaca çalışmaya başlamasına(örnek:salya)katlanamıyorum" ya da ne biliyim "yeni ajandama hala tek kelime yazacak bişey bulamıyor olmama katlanamıyorum" (ne boş insansınız yaa ben de boş defter bulamıyorum her yere bişey yazmışım)gibi sıkıntılarını listeliyorsun, artık kafanı ufak da olsa ne kurcalıyorsa yazıyorsun. Sonra bunları tek tek yokediyorsun, mesela ajandana birşey yazarak başlıyorsun işe (yüz kere ben boş bi insanım, aptalım, saptalım mesela). Diceksin ki iyi de ya elimde olmayan sıkıntılarım varsa napcam? hah işte o da listenin görevi, sen ufakları yapınca onlar bi bakıyormuşsun ki kendiliğinden çözülüyormuş. Mesela bu listeyi yapan bi hatun, listesine yazdığı "işyerinde tasarruf olsun diye bilgisayarın zırt bırt standby'a geçmesine katlanamıyorum" adlı maddesine bi son vermek için ayarları değiştirmiş oh bi rahatlamış ama olay rahatlama değil tabi 5 dakika sora sen abla git müdürün yanına bişi imzalatmaya müdür demesin mi "maaşına zam yapcaz"! duy da inanma.. e yawrum deseydin ya adama "ulan benim bilgisayarın ayarlarıyla oynamamı mı bekledin kaç zamandır sürünüyorum parasızlıktan da" neyse maaşa zammı duyan her insanevladı gibi yavşaya yavşaya dönmüş odasına tabi. E şimdi ben ayarları değil de toptan bilgisayarı değiştirsem loto mu çıkacak nedir yani derler adama..
Yine de ben de bi liste yapayım dedim aman kalmayayım hiçbişiden eksik, huyuma ediim. Normal bi insanın 100 tane sıkıntısı çıkarmış ulan otu b.ku yazdım, ayak parmaklarımdan birinin lüzumsuz uzun olmasına kıl olduğumu, yeni alınan şeylerden etiket kazımaktan nefret ettiğimi, küçükken kafama bi tonluk demir kapı çarptığı için oluşan yaranın saçımın bir bütün halinde duruşunu bozmasına bi de benim çakasımın geldiğini bile yazdım 30u bulmuyor! Bu arada tabi ayak parmağı sıkıntım nasıl kendiliğinden hallolur bilmem, mesela ben kolay sıkıntılardan birini yokettiğimde, tam parmağımın sinirimi bozan kısmına satır mı düşcek nolcak! amaaannn böyle kendiliğinden hallolma yerin dibine batsın ıyyy parmağım kopcak yaa, hemen siliyim ben o maddeyi..
Neyse işte yazıyorum yazıyorum 30u bulmuyo benim dertler, resmen kendimi sorunlu gibi hissetmeye başladım oldu mu o anda bana bi sıkıntı daha, e bunu da yazsam listeye olmıcak, birden bire fazladan 70 sıkıntı sahibi daha olmayı yemiyo tabi göZüm, e ama kendimi anormal gibi de hissediyorum bi yandan neden benim az sıkıntım var diye.
Dur dedim yaw liste olcak kısır döngü, amaçtan da sapacak azaltayım derken cık cık cık. En iyisi sen bi tane daha hallet şu lüzumsuz listeden..
İşteeee listeye yazdıklarımdan biri de biyerde birşey yazıyor olmak.. ilk adımı da blogla atayım dedim ve hikaye böyle başladı, şimdi burdayım.
Listeden birşeyi daha gerçekleştirmiş olduum bakalım hangi büyük sıkıntım kendiliğinden....... Ayh bi sn telefon çalıyor:
-Efendim
-......
-Yok kardeşim benim teksasta yaşayan milyarder bi akrabam manyak mısın gece gece git telefona huhla, nefes al ver filan o tür sapıklıklar yap.. bu ne bee.
-........
-Ölmüş ve tüm mirasını bana mı bırakmış!!! :P
Neyse işte yine buldum bi kitap kendime, bu sefer de bunaldım diye kendimi verdim yaşam koçluğu vs. kitaplarına. Kitaba göre kendine bi liste yapıyorsun, katlanamadıklarım listesi.

Yine de ben de bi liste yapayım dedim aman kalmayayım hiçbişiden eksik, huyuma ediim. Normal bi insanın 100 tane sıkıntısı çıkarmış ulan otu b.ku yazdım, ayak parmaklarımdan birinin lüzumsuz uzun olmasına kıl olduğumu, yeni alınan şeylerden etiket kazımaktan nefret ettiğimi, küçükken kafama bi tonluk demir kapı çarptığı için oluşan yaranın saçımın bir bütün halinde duruşunu bozmasına bi de benim çakasımın geldiğini bile yazdım 30u bulmuyor! Bu arada tabi ayak parmağı sıkıntım nasıl kendiliğinden hallolur bilmem, mesela ben kolay sıkıntılardan birini yokettiğimde, tam parmağımın sinirimi bozan kısmına satır mı düşcek nolcak! amaaannn böyle kendiliğinden hallolma yerin dibine batsın ıyyy parmağım kopcak yaa, hemen siliyim ben o maddeyi..
Neyse işte yazıyorum yazıyorum 30u bulmuyo benim dertler, resmen kendimi sorunlu gibi hissetmeye başladım oldu mu o anda bana bi sıkıntı daha, e bunu da yazsam listeye olmıcak, birden bire fazladan 70 sıkıntı sahibi daha olmayı yemiyo tabi göZüm, e ama kendimi anormal gibi de hissediyorum bi yandan neden benim az sıkıntım var diye.
Dur dedim yaw liste olcak kısır döngü, amaçtan da sapacak azaltayım derken cık cık cık. En iyisi sen bi tane daha hallet şu lüzumsuz listeden..
İşteeee listeye yazdıklarımdan biri de biyerde birşey yazıyor olmak.. ilk adımı da blogla atayım dedim ve hikaye böyle başladı, şimdi burdayım.
Listeden birşeyi daha gerçekleştirmiş olduum bakalım hangi büyük sıkıntım kendiliğinden....... Ayh bi sn telefon çalıyor:
-Efendim
-......
-Yok kardeşim benim teksasta yaşayan milyarder bi akrabam manyak mısın gece gece git telefona huhla, nefes al ver filan o tür sapıklıklar yap.. bu ne bee.
-........
-Ölmüş ve tüm mirasını bana mı bırakmış!!! :P
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)